25 Şubat 2010 Perşembe

Konya Adalet Sarayı'ndaki Yahudi Simgeler












Konya Adalet Sarayı'ndaki Yahudi Simgeler



Konya Adalet Sarayı'ndaki "tesadüfi(!)" ve gizli Yahudi/Davudi simgelerine bakacağız. Bu mimari yapı nereden çıktı, nereden esinlenildi, gelin Konya Adalet Sarayı'nın kurumsal internet sitesindeki resmi açıklamaya bakarak başlayalım.

Sitede deniyor ki: "18.02.2008 tarihinden itibaren hizmete giren Konya Adalet Sarayı, Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim görevlisi mimar Haluk Hüsnü Korkmaz tarafından Selçuklu mimarisini yansıtan Sivas'taki Gökmedrese'den esinlenerek projelendiren bina kente mimari açılardan pek çok artılar katacak özellikte..."

Buraya kadar her şey güzel. Olaya girmeden önce bazı farkları anlatalım.

"Davut Yıldızı" denen yıldız, 6 köşelidir, iki adet üçgenden oluşmuş bir görünüm çizer. Yani bugün İsrail Devlet Bayrağı'nda yer alan, bazı İsrailli/Yahudi/İbrani/Sabetayist firmaların, vakıfların armalarında bir şekilde yer alan, Nazi Almanya'sında da soykırım öncesi Hitler'in emriyle, Yahudilerin koluna/göğsüne yapıştırmak zorunda kaldığı sembol budur, Yahudiliğin simgesi hep 6 köşeli yıldızdır.

Hâlbuki Selçuklu Devleti'nde biz hiçbir zaman 6 köşeli yıldız göremiyoruz. Selçuk Devleti'nde 8 köşeli yıldız vardır. Bu ise iki adet kareden oluşmuş bir görünüm çizer. Bu fark önemlidir. Bugün Türk Bayrağı'ndaki yıldız 5 köşelidir. Yıldızdaki 1 köşe farkla bayrağımız Yahudilikten farklılaşmıştır. Ufak görünen farklılıklar, bazen hayati önem taşırlar. Yani köşelerde oluşan 1-2 fark, küçük gözükse de aslında büyük anlamlar taşımaktadır.

İstanbul'da da bazı camilerde 6 köşeli Yahudi Yıldızı'nın bulunduğunu görüyoruz. (ama asla Gökmedrese'de değil). Bunun nedeni ise, İslam kimliğinde görünen aslında Sabetayist yada kripto Yahudi olan, çoğu zaman da dönme denen paşaların yaptırdıkları camilerdir. Bu motifleri camilere sokmuşlardır! Bu o kadar çoktur ki, 6 köşeli yıldız Türklükte/İslamiyet’te de yer alan bir motif/simge olarak zannedilmiş ve Anadolu'nun dört bir tarafındaki camilerin içine girmiştir, bugün dahi.

İşte burada, Konya Adalet Sarayı'ndaki İbranileşme-Yahudileşmeyi görüyoruz. Yalanlar içinde.

Çünkü, Sivas Gökmedrese'ye baktığınız zaman baktığınız bu caminin hiçbir yerinde 6 köşeli Yahudi yıldızının bulunmadığını hayretle görüyoruz! Konya'daki esere referans alınan Sivas-Gökmedrese'de hep 8 köşeli yıldız vardır.

Yukarıda solda yer alan fotoğraf Konya Adalet Sarayı'na ait, sağdaki ise Sivas Gökmedrese'ye aittir. Farklılık çok açık. Resimlerin üstüne tıkladığınızda daha büyük boyutlu olarak açılabilecek, fotoğrafları bilgisayarınıza kaydedip yakınlaştırdığınızda Konya Adalet Sarayı'ndaki yüzlerce 6 köşeli Yahudi yıldızını yakından görebileceksiniz.

6 köşeli Davudi/Yahudi yıldızını sanki 8 köşeliymiş gibi, Selçuklu Yıldızı gibi göstermenin, sunmanın, bilinçli olduğu görülüyor. Konya'daki bu eseri yapabilecek bir mimarın bu farkı bilmemesi, mantıklı bir açıklama olmaz. Çok önemli bir mimari proje çizecek, buna Selçuklu eserini referans alacak ve yıldızdaki köşelerin sayılarını karıştırarak Selçuklu Yıldızı yerine Yahudi Yıldızı çizecek! Bunun yanlışlıkla olma yada tesadüfen olma ihtimali, bizim maymundan gelme ihtimalimiz kadardır, yani koca bir SIFIR..!

Not: Konuyla ilgili görüşlerini almak üzere mimari projenin sahibi öğretim görevlisinin üniversite eposta adresine sorular gönderilmiş, bilmediğimiz bir husus olup olmadığı sorulmuş ve görüşlerini göndermesi için bir hafta süreyle beklenmiştir. Madem yanıt yok ifşaat zamanıdır..!

TEVFiK BiR / 25.Şubat.2010


19 Şubat 2010 Cuma

Kapitalizm ve Avrupa Finansal Krizi


Kapitalizm ve Avrupa Finansal Krizi


Yahudi asıllı ABD vatandaşı George Soros, Sistem'in (Sistem sözcüğü burada, dünyayı yöneten güç merkezi olarak anılmaktadır) en etkili aktörlerinden biridir. Bundan 12 sene önce yani 1998 yılında sarf ettiği cümleye bakalım “Küresel kapitalist sistemin kendi kendini yok etmesini önlemek istiyorum”.

George Soros boş konuşmaz. Demek ki böyle bir tehlike görmüştür. Küresel kapitalist sistemin lokomotifi ABD olduğuna göre, sistem bugün ABD etrafında döndüğüne göre, demek ki Soros ABD'nin kendi kendini yok etme olasılığını analiz etmiş ve buna uyarı olarak dillendirebilecek derecede inanmıştır.

Bazı uzmanlara göre “Küresel kapitalist sistemin çöküşü” olarak nitelenen, ABD kaynaklı küresel finansal krizin 2008 yılında çıktığına şahit olduk. 100 yıl önce Titanic'e batmaz denmesine inat geminin batması misali, batmaz denen ABD'li kuruluşların bir gün içinde sulara gömüldüğünü gördük.

Demek ki Soros 10 yıl öncesinden bu olasılığı, hem de sistemin içinden biri olarak görmüştür. Soros bunu gördüğüne göre Sistem de bu krizi muhakkak öngörmüştür. Göz göre göre buzdağına çarpılması, pek akıl alacak bir şey olmasa gerek.

Bu da “paranoyak” olarak nitelenen bazı analistlerin “2008 finansal krizinin çıkmasına ABD bilerek izin vermiştir. Bundan daha çok çıkar elde edecektir. Kapitalist sistem kendini yenileyecek, Sistem sermayeye daha çok hükmedebilecektir” yorumlarına hak verir niteliktedir.

2010 itibariyle de özellikle Yunanistan, Portekiz ve İspanya ile sıradaki diğerleri “sanki yeni bir vaka” imiş gibi konuşulur ve bu ülkelerde yaşanan gelişmeler an be an takip edilir oldu. Küresel finansal harita ve Avro para birimi bu ülkelere endekslenir oldu.

Halbuki biliyoruz ki bu olayın temelleri 1997 yılına dayanmaktadır. 2010 Yunanistan ve Avro krizinin, Sistem'in başka bir operasyonu olduğu düşünülmektedir. Aksi düşünce, Yunanistan ve AB üye devletlerinin dünyanin en aptal ve en ongörüsüz devletleri olduğu görüşünü verir. Peki o halde Türkiye'nin AB kapısında ne işi vardır?!

* * *

17.Haziran.1997 AB Konseyi toplantısında İstikrar ve Büyüme Antlaşması (İBA) üzerinde calışılmış ve bunun ayrıntıları açıklanmıştır. Bu antlaşmaya göre, üye ülke bütçe açığı ülkenin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sının (GSYİH) %3'ünü aşamayacaktır.

01.Ocak.1999 itibariyle Avro kaydi para olarak uygulanmaya başlar, 01.Temmuz.2002'den itibaren de Avro artık AB'nin resmi parası haline gelir. Bu uygulama ile birlikte İBA'nın da önemi artmıştır.

Bu önemli, istikrar sağlayıcı İBA çerçevesindeki kurallara uyulmazsa ne olacaktır? Ülke, Avrupa Komisyonu ile AB Ekonomi ve Maliye Bakanları Konseyi tarafından türlü yaptırımlara ve cezalara maruz kalabilecektir.

Ancak bu %3'lük kuralın ciddi sıkıntılar yarattığı bilinmekteydi. Bu, 2010'nun sorunu değildir. Örneğin 1999 yılında İtalya, bütçe açığını %3'ün üzerinde vermiş ve rakamlarla oynayarak (ki biz buna resmi evrakta sahtecilik de diyebiliriz) bunu düşük göstermiştir. Daha sonra Almanya, Portekiz ve Fransa'nın benzer yöntemlerle rakamlarla oynadıkları açığa çıkmıştır. Rakamlarla oynanmasa dahi 2002 yılından beri AB'nin kurucu iki büyük unsuru Almanya ve Fransa'nın bu kuralı düzenli bir şekilde aştığı görülmektedir.

Her ne kadar bu iki ülkeye 10 milyar Avro'ya varan miktarlarda ceza verilmesi önerilse de Sistem tarafından bunun engellendiği görülmektedir. Zaten AB'nin iç yapısı da buna izin vermemektedir.

* * *

2004 yılında inanılmaz bir olay daha açığa çıkmıştır. Yunanistan'ın 1997 yılından beri Komisyona sahte rakamlar sunduğu anlaşılmıştır. Yunanistan bunu Avro bölgesine kabul edilmek için yapmıştır. Buna karşın komisyon Yunanistan'a ceza vermemiş yalnızca uyarmıştır!

2004 yılında akıl almaz genişlemeyle kendi sonunu hazırlayan AB'ye, yeni üye devletler de her gün yeni baltalar vurmaktadır. Neredeyse hepsi her sene büyük bütçe açıkları vermektedir. Bu, AB için içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştır.

* * *

Netice olarak, 1997 yılında maliye alanındaki açıkları ve bunalımlarıyla baş etmeye çalışan ve Birlik içerisinde sıkıntıya düşmemek için rakamlarda sahtekarlık yapan bir Yunanistan; ve Yunanistanla başlayan, diğer ülkeler tarafından kolayca benimsenen bir gelenek görmekteyiz.

AB ise bu problemlere karşı yaptırım uygulamayan, sorunları düzeltici önlemler almayan, sanki bugün yaratılmaya başlanan yada varlığı artık iyice idrak edilen AB finansal krizinin oluşmasına neden olan, vurdumduymaz baba rolünü oynamaktadır.

Yunanistan'ın olağanüstü bütçe açığının 10 yılı aşkın süredir bilinmesine rağmen bunun yeni öğrenilmiş bir bilgi gibi lanse edilmesi ve küresel panik havası yaratılması; bununla büyük oyunculara yeni alım fırsatları sağlamak için borsaların aşağı çekilmesi; yılların dünya ihracat birincisi Almanya'nın 2009'da bu liderliğini Çin'e kaptırması ve liderlik koltuğunun geri kazanılması adına, Avro bölgesi ihracatının tekrar yükseltilmesi için Avro'da bir değer düşüşü yaratılması...

1997 yılında Yunanistan, 1998 yılında da George Soros, bu finansal krizleri 10 sene öncesinden haber vermelerine rağmen Sistem ve neo-liberal düzen buna karşı neden bir önlem almamıştır, bu yıkıcı krizleri neden engellememiştir, gerçekten de bu krizlerin çıkmasından Sistem yarar mı sağlamaktadır, bunları sorgulamak gerek. 

TEVFiK BiR / 19.Şubat.2010


15 Şubat 2010 Pazartesi

İran'a Korkmadan Bakabilmek





İran'a Korkmadan Bakabilmek



Bir bilginin, haberin halka duyurulmaması istendiğinde yazılı ve görsel basının 3 yöntemle karşımıza çıktığını görüyoruz. Şimdi aktaracağım bu üç yöntem yıllar yılı kullanılagelmiştir.

Birinci yöntemde, bilinmesi istenmeyen konu/bilgi, sansürün karanlığı içinde kalır. Yazılı basın açısından manşet – sürmanşet yapılması gereken çok önemli bir bilginin dahi haberleştirilmediği görülebilir. Görsel basın açısından da ilk haber olarak verilmesi gereken bilginin haberleştirilmediği görülür. Burada sansür son haddine kadar uygulanır, acımasızdır.

İkinci yöntem, konu içerisindeki başka bir unsurun haberleştirilerek, aşırı önem verilerek öne çıkartılması, ona atfedilen önemin parlaklığıyla gösterilmek istenmeyen tarafın görünmemesidir. Bu yöntemle konunun gösterilmek istenmeyen tarafı dolaylı olarak sansür edildiği gibi belki çıkara uygun kısım da aşırı değer atfedilerek önemsetilebilmektedir.

Ve nihayet üçüncü yönteme bakarsak, burada artık haberleştirilmemesi olanaksız bir bilgi, konu vardır. Konu sansürde bırakılamayacağı gibi içeriği itibariyle tek bir unsur ihtiva edebilir. Öne çıkarılabilecek, parlatabilinecek başka bir tarafı olmayabilir. İşte burada üçüncü yöntem, sulandırma yöntemi devreye girmektedir. Bilgi/istihbarat haber yapılır ancak haberin verilişi, sunuluşu sulandırılarak, karikatürize edilerek yapılır ve böylelikle algılanması istenmeyen taraf algılatılmaz, bir tür yönlendirici propaganda uygulandığı söylenebilir.

* * *

Yazılı ve görsel basının bize neredeyse her gün uyguladığı bu üç yöntemi ifşa etmiş bulunuyoruz.

Bu makale içerisinde, bu yöntemlerin her üçünün de uygulandığı İran meselesini göreceksiniz.

İran'ın geçmişte bazı aydınlarımıza, ileri düşünürlerimize suikast düzenlettirerek öldürmüş olması yada zamanında (ABD illetini görmeden önce) bize karşı kullanmak üzere PKK terör örgütüne her türlü desteği vermesi, konunun, bilginin herhangi bir yöntemle sansür edilmesini gerektirmez.

Geçmişte büyük yanlışlar yapmış olması ve hatta İran rejiminin Türk devlet rejiminin karşısında olması, ikili ve yakın devlet ilişkilerinin görülemeyeceği anlamına asla gelmez. Eğer öyle olsaydı, bugün Suriye ile tesis edilen yakın ilişkiler, geçmişteki terör politikası yüzünden en derinden eleştirilen konu olmalı ve kamuoyu çoğunluğu bu ilişkinin muhalifi olmalıydı.

Devlet elbette ki belleğinin üzerini örtmemelidir. Ama unutulmamalıdır ki devlet yönetiminde -hem iç yönetimde hem diplomaside- hoşgörü ve sempati olamayacağı gibi kin ve nefrette olmaz.

Bize gösterilen İran'da, konunun hep bilinçli olarak türban, çarşaf ve kadınların makyajı meselesine bağlandığını yada dünyaya şiir, edebiyat öğreten bir milletin ülkesinde “sanatın bazı kollarına getirilen yasakların” uzun uzadıya haberleştirildiğini görüyoruz. Tabi bu sansürcü haberler bize hiçbir zaman İran edebiyatının ve bazı sanatlarının gelişmişliğinden ve genişliğinden söz etmez. Bu propagandaların belki de sonucudur, İran'dan dilimize çevrilmiş kitap da bulamazsınız.

Türban, makyaj sorunsalı üzerinden İran İslam rejiminde kadının ikinci plana itildiği yorumları yapılarak had aşılarak üstü kapalı, İslam'ın kadını ikinci sınıfa indiren bir tarafı olduğu iddia edilerek bu haber zihinlere işlenmeye çalışmakta, bunun sonucu örtülü bir İslam düşmanlığına kadar varmaktadır.

Bu, İran'ın eleştirilemez olduğu, her yaptığının doğru olduğu, hele ki darbeler tarihini ve geçmiş diplomatik taktiklerini düşündüğümüzde, elbette iddia edilemez. Ama İran üzerinden ne İslam karşıtlığının ne de Atatürk düşmanlığının bize yarar sağlayacağı açıktır.

İşte tam bu noktada İran'ın gösterilmeyen yanı ile ilgili, siyaset ve sivil demokratik mücadelede kadın yanını, bizden daha ileri olan bazı öğelerinin haberini vermek ve değerlendirmeyi size bırakmak istiyorum.

İran'ın bir İslam rejimi, Türkiye'nin ise laik demokratik bir rejim olduğu unutulmadan okunmalıdır. Türkiye'nin kadın hakları konusunda İran ve pek çok Avrupa ülkesinden erkenci ve cesur olduğu hatırlanmalıdır. Buna karşın özellikle erkek egemen siyasetin sürdüğü ve bunun sonucu oluşan erkek egemen bir Türkiye'de kendi açımızdan eleştirecek pek çok yan bulmayı ümit ediyorum.

* * *

İran'da, Şehir Şuralarında (buna il genel meclisi ile belediye meclisi benzeri bir yapı dersek pek de yanılmış olmayız) kadın oranı % 27'dir. (İran'da halk şehir şura üyelerini, onlar da şehrin belediye başkanını seçmektedir).

Cinsiyet bazında üniversite tahsil oranı, yani üniversitelerden mezun olan kişilerin % 67'si kadındır (%67 kadın %33 erkek oranı bize kadınların erkeklerden 2 kat fazla üniversite tahsili yaptığını gösterir).

Ülkedeki tam 7000 kooperatifin idaresini kadınlar sürdürmektedir.

İran resmi kayıtlarına göre kadının kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı tam 900 Sivil Toplum Örgütü mevcuttur.

Birkaç partinin genel başkanı kadındır.

Pozitif ayrımcılık kapsamında, il yönetiminde mutlaka bir kadın başkan yardımcısı olmaktadır.

2008 yılında İran Meclisi'nde 13 kadın milletvekili ve 2 kadın bakan vardı...

Basın yayının sansür yöntemleri ve bu kapsamda verilen İran haberleri, ABD'nin İran düşmanlığı ve olası savaşta (en azından üsler açısından) Türkiye'ye olan gereksinimi ve bu bilgiler ışığında İran meselesi... Üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir “haberdir”.


TEVFiK BiR / 15.Şubat.2010



1 Şubat 2010 Pazartesi

Aden, Kızıldeniz ve ABD


Aden, Kızıldeniz ve ABD



Başta Çin olmak üzere ABD dışı unsurların Afrika kıtasında ham madde kaynağını kullanmak adına olağanüstü yatırımlar yapma ve bölgeyi kontrol altına alma girişim ve çabalarının sonucu olarak; ayrıca, iki küresel süper ticari güç olan Çin ve Hindistan'ın bir numaralı ticaret yollarının, yani ticari gemilerin Akdeniz'e ve Avrupa'ya girişini sağlayan Kızıldeniz – Aden Körfezi'nin bu bölgede yer alması dolayısıyla; ABD'nin 2007 yılında oluşturduğu ve 2008 yılında uygulamaya koyduğu strateji ile birlikte, Afrika kıtasındaki tüm ABD askeri gücünün bir komutanlık altında toplandığı, büyük operasyonlar için gücün tek elde toplandığı görülmektedir.

ABD, kıtada askeri ve istihbari gücünü daha yaygın ve etkin kılmak, operasyonel gücünü geliştirmek ve buna meşru temel oluşturmak amacıyla bağlantılı pek çok plana peşi sıra “start” vermiştir.

Bu proje kapsamında ilk etapta Doğu Afrika'nın (Hint Okyanusu, Aden Körfezi, Kızıldeniz) birincil öneme oturtulduğu görülmektedir. ABD ilk önce bölgedeki donanma varlığını güçlendirmiştir. Civar ülkelerdeki iç karışıklıklar ve ülkelerarası çatışmalar canlandırılmıştır.

* * *

Dünyanın en önemli 3 ticari yolundan biri olan bu hattın, senede trilyonlarca dolarlık mal taşınan bu hattın, özellikle de Aden Körfezi – Kızıldeniz Girişi'nin ticari güvenliğinin yarı çıplak, zayıf, eli silahlı Somalili adamlarca baltalandığı görülmekte ve dünya kamuoyunda hayretle izlenmektedir.

Bu korsanlar neredeyse her ülkeden en az bir iki gemi kaçırmış ve mağdur gemilerin sahibi ülkelerin ve toplumlarının tepkilerini çekmiştir. Bu korsanlar tepki çekmelerine rağmen ve neredeyse tüm ülkeler bundan mağdur olmasına karşın, hiç kimse bu adamlara kimlerin silah sattığını sorgulamamıştır. Bu kaos düzeninin oluşmasından yarar sağlayan ve bu yarı çıplak adamlara satılan silahlardan büyük karlar eden güçler, projelerini istedikleri gibi yönetmektedir.

Yine bu süreçle birlikte Somali'de yaşayan müslümanların El Kaide kavramıyla birlikte anılması manidardır. “Dünya ticaretini ve silahsız sivil gemileri baltalayan El Kaideci Somali”..!

Somali ile ilgili birkaç ilginç bilgiyi burada vermek gerekir. Somali'nin resmi adı Somali Demokratik Cumhuriyeti'dir. İngiliz ve Fransızların, şimdi de ABD'nin sömürdüğü, insanlıktan çıkardığı, kırıp geçirdiği ülkenin rejimi “demokratik cumhuriyet”.

İkinci ilginç daha doğrusu trajikomik unsur Somali'nin para birimi Somali Şilini'nin kodu, kısa adı SOS'dir. Sanki ülkenin durumunu izah etmektedir.

Üçüncü ilginçlik, dünyanın en yoksul ülkelerinden Somali'de yoksulluğun nedeni kaos ortamı nedeniyle her gün çıkan iç çatışmalarda onlarca kişi ölmektedir. Ve dünyanın en yoksul ülkelerinden Somali'de silaha harcanan günlük para yaklaşık 30 milyon dolardır.

* * *

Somali, Kızıldeniz girişinin batı kıyılarıdır, Yemen ise doğu kıyılarıdır. Bir süredir o ülke de kaynamakta, eski yaralar farklı yöntemlerle kaşınmaktadır.

Kuzey'deki Şii mezhebine ait Husiler (12 imama inanmayan ancak Şiiliğin bir türü olduğu iddia edilen mezhebe ait olan halk) -İran belki bilerek belki de farkında olmadan kullanılarak- ayrılıkçı unsur olarak kışkırtılmakta, Sünni halka karşı kışkırtılmakta, toplum hem bu farklılıktan dolayı Şii – Sünni çatışmalarına sürüklenmekte hem de petrol kaynaklı anlaşmazlıklar ile birbirine bilenmektedir.

ABD, Suudi Arabistan aracılığıyla ve tabi ki Sünnileri destekliyor izlenimiyle, bir güç olarak Yemen'e girmiştir. Suudi Arabistan her gün Yemen'de düzeni sağlama, aşırı güçleri ve ayrılıkçıları temizleme bahanesiyle kendi ordu ve askerleriyle onlarca müslümanı öldürmektedir. Her geçen gün ülkede ayırıcı bir duvar oluşturma adına daha sağlam adımlar atılmaktadır.

Suudi desteğindeki Sünniler ile İran desteğindeki Şiiler arasında çatışmalar çıkmakta, din kardeşleri birbirine kırdırılmaktadır. Bu çatışmalar, İran ile Suudi Arabistan'ın Yemen'de nüfuz sahibi olma arzusundan kaynaklanıyor gibi görünse ve bu çerçevede yürüyor izlenimi oluşsa da, bundan kârlı çıkan yine ABD olacaktır.

Kızıldeniz su yolunun denetimi açısından birincil önemli ülke Yemen'dir. Amerika çıkarları doğrultusunda, ciddi bir tepki ile de karşılaşmadan operasyonlarını ve planlarını yürütmektedir.

* * *

Kızıldeniz girişinin bir diğer önemli ülkesi Eritre'dir. Suudi Arabistan ve Yemen'in tam karşısında yer almaktadır. Yarıdan çoğu müslümanlardan oluşan bir devlettir. Başlarda Etiyopya'nın içinde, daha sonra onun bir şehri ve en sonunda da bağımsızlığını ilan etmiş bir devlettir.

Eritre ile komşusu Etiyopya (Habeşistan) arasında bu tarihsel nedenle ciddi anlaşmazlıklar mevcuttur. Bunun haricinde iki ülke arasında sınır sorunu ve sorunlu bölgeler de mevcuttur. Bu bölgeler çatışma ve savaşlara zemin oluşturmaktadır.

Ayrıca ilginçtir(!) Eritre içinde ayrılıkçı birçok örgüt, sürekli olarak hükümet güçlerine ve taraftarlarına saldırılar düzenlemektedir. Bu ayrılıkçı örgütleri Sistem'den (emperyalist çok uluslu güçten) ayrı düşünmemek gerekir.

Batılı güçler bölgede yeni unsurlarla konuşlanmak istediklerinde yada kendileri açısından ayarın kaçmaya başladığını hissettiklerinde yada silah satış gereksinimi duyduklarında bu bölgeyi ufakça kaşımaktadır. Gerisi zaten kabile ve savaş kültürü altında olan bu bölgede çorap söküğü gibi gelmektedir.

Etiyopya bir gemi ise bu geminin kaptanı ABD'dir. Etiyopya'ya uluslararası mecrada “ABD'nin Afrika'daki Guantanamosu” dahi denilmektedir.

Eritre ile Etiyopya 1998-2000 yılları arasında savaşmış ve toplamda 70.000 kişi ölmüştür. ABD, bölgeye ve büyük olasılıkla Eritre'ye konuşlanmak ve bölgeyi istisnasız denetimine almak için, bu iki ülkeyi birbirine kırdırmaya çalışacak ve taktiklerini bu doğrultuda yürütecektir. Böyle bir durumda istediği adamları iktidar yapabilecek yada barış gücü olarak bölgeye konuşlanabilecektir. Bunu da daha çok Etiyopya'yı Eritre'nin üstüne salarak yapmaktadır.

Resmi daha net okumak adına bazı gelişmelere bakmakta yarar var. Eritre'de 23.Aralık.2009 günü ayrılıkçı örgütler hükümet güçlerine karşı iki saldırı düzenlemiş ve toplamda 25 askeri öldürmüş 38'ini yaralamıştır (ilginçtir ulusal düzeyde yayın yapan kanallarımız bu gelişmeyi vermemişlerdir).

03.Ocak.2010 günü de, Etiyopya güçleri Eritre'ye saldırmış, Eritre bu saldırıya karşılık vermiş ve 10 Etiyopya askerini öldürmüş, ikisini de rehin almıştır (yine Türkiye'de basın-yayın organlarında verilmemiş ve stratejistler tarafından atlanmış bir gelişmedir).

* * *

Son olarak Somali ile Eritre arasındaki işlevi büyük kendi küçük devlet Cibuti'ye bakalım. ABD açısından Kuveyt ne ise Cibuti de odur. Afrika'nin en yoksul üç ülkesinden biridir.


* * *

Türkiye her ne kadar Afrika açılımları yapsa da bölgede hâlâ esamesi okunmayan ülkeler arasında yer almaktadır. Çin ve Hindistan ile Amerikan çıkarlarının çatıştığı bu bölgede yer alan bütün devletler kaynatılmakta, adım adım gerçekleştirilen türlü operasyonlarla Kızıldeniz girişi ABD'nin kontrolüne geçirilmektedir.

Amerika'nin kan üstüne kurulu bu operasyonlarına bırakın Çin ve Hindistan'ı Fransızlar bile ses çıkaramazken (belki de Sistem'in çıkarları doğrultusunda bu durum işlerine gelirken), Türkiye'nin Afrika Açılımı'nın diplomatik ve siyasi kanadının oluşturulması bu coğrafyada şu an için mümkün görünmemektedir.

Bu çok önemli konunun bırakın basın-yayın organlarında tartışılmasını, haber yapılmasını daha Türkiye'nin en büyük stratejik araştırma kuruluşlarının ve enstitülerinin yayınlanmış raporları, uzman görüşleri dahi yoktur. Kıtada ve bölgede yeni bir düzen oluşturulurken, Türkiye konudan ve konunun öneminden haberdar değildir.

Fetullah Gülen cemaati bölge ülkelerindeki okullarında çıkarlarına uygun adam yetiştirirken, biz daha ülkemizde uzman ve analizci yetiştirememekteyiz. Bu eksikliğin acilen giderilmesi gerekmektedir.


TEVFiK BiR / 01.Şubat.2010



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.