21 Ocak 2011 Cuma

Hoşgeldin Kürdistan, Güle Güle Türkiye (!)


Hoşgeldin Kürdistan, Güle Güle Türkiye (!)



Atalarımız ne demişse, genelde doğru demiş, “Gerçekler acıdır”. Bugün yine görünen gerçekleri yazacağım, yüreğinizi acıtabilir.

2011 yılı, Türkiye’nin finalleri oynayacağı yıl olabilir. 2007 yılından beri “Türkiye’de 2011 yılı sonlarına doğru bir iç savaş yaşanabilir” diyordum. Neye göre diyordum bunu?

ABD’nin Irak politikası bunu gösteriyor, büyük yaklaşıkla 2011 tarihini işaret ediyordu (bunun ayrıntılarını yakında yayınlanacak kitabımda yazdım).

Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan yabancı ülke diplomatlarında “2011 yılında Türkiye’de Yaşanacak İç Savaş Senaryosu” projelerinin varlığını duyuyor ve bu raporların adeta havada uçuşmaya başladığını öğreniyorduk. NATO ve AB karargahlarında bu bilgi, fısıltı gazetesi ile sağırın bile duyacağı düzeye ulaşmıştı!

MİT’in bu konu hakkında tespitlerinin olduğuna dair iddialar, yabancı istihbaratların olası iç savaşla ile ilgili tahmin ve analizlerde bulunmaları, bu olasılığı artırıyordu. Yabancı devletler ve onların ilgili birimleri 2011 yılı için Türkiye üzerine çalışıyorlardı. Bu iyi değildi.

Em. Org. Kemal Yavuz da, 2007 yılında Kanaltürk Televizyonundaki programında önündeki dosyayı işaret ederek, 2011 yılında Türkiye’de iç savaş yaşanabileceğini söylüyor, önündeki dosyada bununla ilgili belgeler olduğunu söylüyordu. Belgeler büyük olasılıkla, Brüksel’deki diplomatlardan ve MİT’ten dolaylı yoldan alınmıştı, kaynağını bilemiyoruz.

Bir diğer uyarı ise, Türkiye’ye çok geniş bir açıyla bakabilen günümüzün nadir devlet adamlarından, güvenlik politikalarını çok isabetli tespit ve tayin edebilen efsane içişleri bakanı Sadettin Tantan’dan geliyordu.

Konuşmalarında hep, Türkiye’nin sonunda iyiye, güzele, adilane yönetime ve özgürlüğe kavuşacağını iddia eden, umudunu hiç kaybetmeyen Tantan bile, 2009 yılı itibariyle ilk defa bize karamsar gelebilecek gerçekçi bir iddiadan bahsetmişti, artık Tantan’ın bile söylemi değişmeye başlamıştı: “2011 yılı Türkiye için kırılma yılı olacak”.

Türkiye eğer kendini toparlayamazsa, kirli ve kimliksiz siyasetle 2023 yılına giderse kaybeden ülkeler safındadır, kullanılan ve kaybeden bir ülkedir, diyordu. Bu iyimserlik yada kötümserlik meselesi değildi, gerçekleri görmek ve görmemek ayrımıydı.

Yalnızca Sadettin Tantan, Kemal Yavuz yada biz mi? Banu Avar, Erol Bilbilik, Arslan Bulut, Hulki Cevizoğlu ve diğer Yeniçağ Gazetesi yazarları da, diğer bazı gerçek aydın ve vatanseverler de bu uyarıyı yapıyordu. Peki uyarılara kim kulak asıyordu? Hükümet bu uyarılardan ders çıkarıyor muydu? Hayır!

2009 yılında Google arama motoruna “2011 Türkiye” yazınca altta otomatik arama sonuçlarında “2011 Türkiye İç Savaşı” çıkıyordu. Ancak “2010 Türkiye” yada başka bir tarih ve Türkiye yazınca hiçbir şey çıkmıyordu.

Acaba Türkiye’nin geleceği çoktan başka yerlerde yazılmış mıydı? Türkiye, Osmanlı iken bu durumu yaşamıştı, tarihi hafızalarımız bu kadar kolay mı silindi? Biz her şeyi bu kadar kolay mı unutuyoruz? İşin acı tarafı, biz gerçeklere iş işten geçmeden kulak asmıyor muyuz?!


Aklı Fukara Olanın Fikri Ukala Olur

Adım adım Kürdistan’ın kurulması fikrine milletimiz alıştırılıyor. Refleksler tepki vermeyecek derecede küçük ancak bir o kadar da sık ataklarla etkisiz kılınıyor. Millet etkisiz kılınırken devleti yöneten iktidar ne yapıyor, yalnızca “izliyor”.

İzlemek sözcüğünün, akıllara ilk gelen “televizyon izlemek” teki basit biçimini değil anlamını düşünelim. Sözcüğün kökü “iz”dir. “İzlemek” sözcüğü “birinin yada bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek” demektir.

Birileri bir iş yapar film çeker, öteki de onu televizyonda, sinemada izler. Bir yasadışı gösteri olur, polis müdahale eder, vatandaş izler. Bir baba/anne bir şey yapar, çocuğu onu izler, takip eder, belki taklit eder. İzlemek edilgendir yani pasiftir, özgün iş yapmazlıktır.

İşte, iktidar izlemektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği yıldan beri; ABD’nin, BOP planı çerçevesinde Irak’ı işgale başlamasından beri, Irak’ın Kuzeyine Kürdistan fikri Türk Milleti’ne kabul ettirilmiştir. Süreç günümüze kadar adım adım gelmiştir. Bu süreci, bu adımları iktidar “izlemiştir”.

Bugün Filistin'de neler oluyor diyen, Osmanlı hatırasına (güya) sahip çıkan AKP iktidarı ve Başbakan Tayyip Erdoğan, sınır komşumuz, eski Osmanlı toprağımız Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesine ve orada 1.5 milyon masum insanın vahşice öldürülmesine ses çıkarmamıştır. Ve hatta işgali kolaylaştırmak için TBMM'den tezkereyi geçirmeye çalışmış, bunun için “Evet” demişlerdir. 2007 seçimlerinde de tezkerede hayır oyu kullanan AKP milletvekilleri yeniden aday gösterilmemiştir..!

* * *

Sükût ikrardan gelir. Türkiye’de Kürdistan’ın kurulmasına, AKP henüz yüksek sesle kabul vermemiş olsa da, zihinlerde buna cevaz verildiği aşikardır.

Kürdistan’ın kurulması, üniter yönetimden federalizme geçiştir. Halk seçimiyle başa gelecek bir cumhurbaşkanı; adalet bakanının, yargıçların, mülkiye sınıfının vs. yürütme ve yargı organlarının, üst düzey devlet yöneticilerinin kısım kısım ABD’ye gidip federalizm incelemelerinde bulunmaları hatta Arizona modelini beğenmeleri bunun bir parçasıdır.

Güneydoğu bugün gayrı resmi olarak Kürdistanlaştırılmıştır. PKK kongreleri bugün bilfiil (de facto) uygulanmaktadır. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde (coğrafi bölge) Kürdist hareketler yöntem ve boyut değiştirmiştir. Irak Kürdistanı’nın kuruluş süreci bir bakıma model alınmaktadır.

Bundan 10 sene önce, Irak’ta Kürdistan bayrakları (aleni ve yaygın biçimde), Türkiye’de Kürtçe tabelalar yer almazdı. Sınırın aşağısında Kürdistan Özerk Yönetimi resmen kuruldu. Bunun yansıması da tek emirle Türkiye’ye geldi. Verilen o emirle birlikte, neredeyse bütün malum belediyeler kendilerine yada bağlı birimlerine, şirketlerine Türkçe ile birlikte Kürtçe tabelalar astılar, kimileri de Türkçe tabelaları tamamen kaldırdılar.

Peki nerede İçişleri Bakanı? Uzun kayıp! AKP iktidarı, yönetimini basın önünde gerçekleştiriyor, her şeyi kameralar önünde konuşmayı, açıklamayı seviyor. Peki neden bu sefer, bu gelişmeler daha doğrusu gerilemeler karşısında İçişleri Bakanı yada Başbakan kameralar önünde sert demeçler vermedi. Yada en doğrusu bu belediyeler hakkında neden “yasal” işlem yapılmadı. AKP hükümeti ve onun kadroları, dolayısıyla devlet gerçekten bölgede hakimiyetlerini yitirdi mi?

Belediye başkanları açığa alınmadı. Anayasa, TCK ve diğer yasal mevzuatın amir hükümleri gereğince işlem yapılmadı. Soruşturma mı yapılacak? Kime, kaç belediyeye? Vatandaşın tepkisini almak için belki üç belki beş belediyeye. Neden hep vakit alacak yöntemler seçiliyor, mevzuat hızlı ve caydırıcı önlem alma hakkı tanımışken? Bölücüler vakit kazanmıyor mu? Devlet önlem almayınca, bölgeye devlet yasalarıyla ve bunları uygulama gücüyle girmeyince, hakimiyetini, egemenliğini yitirmiyor mu?

Türkiye bölünmüş bir görünüm çiziyor. Kim hayır diyorsa, Güneydoğu’ya özellikle de iç güvenlik illerine gitsin. O belediyelere, belediye birimlerine bir girsin. Oraya giden Türkiye'nin bölündüğünü, parçalanmanın ise eşiğinde olduğunu görür. PKK kadrolarının, BDP-Dernekler ve Belediyeler kanalıyla bölgedeki hakimiyetini görür.

Türk bayrağı asılı olmayan, asılamayan bir yerde devlet egemenliğinden söz edilebilir mi, bölünmedik diyebilir miyiz, desek de inandırıcı olur mu?

Manzara bu. Sizi buradaki sorularla baş başa bırakıyorum, nice sorulmamış soruları da sizlerin sormasını ümidediyorum. Gerçek yanıtları bulabilmemiz dileğiyle.

TEVFiK BiR / 21.Ocak.2011


9 Ocak 2011 Pazar

Sadettin Tantan Daha Ne Yapsın?


Sadettin Tantan Daha Ne Yapsın?


Tarih, 17-19 Ocak 2000. Türkiye gözünü, ülkenin dört bir yanındaki mezar ev kazılarıyla açtı. Villalar, gecekondular ve diğer tipteki müstakil evlerde kepçe ve küreklerle polis kazılar yapıyordu. Polislerin, savcıların ağız burunları maske ile kapalıydı, ağır bir koku vardı. Vahşet, insan dışılık, haram, yani bir terör örgütünün gerçek yüzü toprak altından çıkartılıyordu.

İslam’ı propagandasında referans olarak ”kullanan”, yurtdışı Hizbullah örgütleriyle ile organik bağı olmayan ancak örgütlenme tipi açısından bu örgütleri model alan, genelde Kürt kökenli Türklerin üye olduğu Hizbullah Terör Örgütü’nü ekranlardan öğrenmeye başlıyorduk.

Polisin kazılarında, günlerce, haftalarca hatta aylarca şiddetli işkenceler görmüş insanların gizlenerek gömülmüş, çürümüş cesetlerine ulaşılıyordu. Cesetlerin kimi bahçenin altından kimi binanın zemininden çıkartılıyordu. Kimi yalnız kimileri toplu olarak çıkartılıyordu. Toplum, domuz bağı gibi işkence metotlarını öğreniyordu.

Fatih Altaylı’nın gazete makaleleriyle ciddi olarak eleştirdiği, adeta kötülediği, İslam konularında duyarlı gazeteci Konca Kuriş’in domuz bağı ile işkenceye uğrayarak öldüğü anlaşılıyordu, cesedi bulunmuştu. Ve daha başkaları…

Mezar evleri kazılıyordu, Hizbullah terör örgütü lideri Hüseyin Velioğlu ölü ele geçirilmişti, sağ yakalananlar sorgudaydı. Zincir biçiminde örgütlenmiş bu saklı yapı deşifre edilmeye çalışıyordu. Yakalanan teröristlere sorguda örgütü deşifre ettirmek çok güçtü, bağlantıları ve yapılanmayı deşifre etmek çok güçtü.

Örgütten tek bir itirafçı çıkmamıştı. Bu zorluğu öngörenler, operasyonların öncesinde MİT’ten örgüte yönelik yoğun espiyonaj faaliyeti istemişti. İstihbarat faaliyetleri bu zorluğu aşmıştı, örgüt yapısı içeriden çözülmüştü.

İstihbarat ve operasyonlar sonrasında, Hizbullah terör örgütü silinme aşamasına gelmişti. Örgütün yönetici ve askeri kanadının tamamı tek istisna dışında yakalanmıştı. İsa Altsoy ve ekibi Almanya’da yeniden örgütlenmek adına çalışmalara başlamıştı. Almanya, Türkiye’ye karşı faaliyet gösteren ve Türkiye’yi tehdit eden, İslam adını kullanan örgütlerin odağıdır, bu olayda bunu teyit ediyorduk.

İslam söylemiyle yüzlerce hatta bini aşkın kişiyi öldüren Hizbullah Terör Örgütü’nün bitirilmesine yönelik bu çalışmaları yapan ve yaptıran, arşiv kayıtlarını okuyan, istihbarat emrini veren ve operasyonlarla örgütü sıfırlamaya çalışan cesur yürekli kişi samimi dindar özelliği ile dikkat çeken dönemin İçişleri Bakanı Sadettin TANTAN’dı.

Sahada operasyonu yürüten, Türkiye genelinde Hizbullah Operasyonlarından Sorumlu  isim ise Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar OKKAN’dı.

* * *

Hizbullah terör örgütünün yapısının ötesinde faaliyetleri de deşifre edilmişti. Örgüt, Kriptolu (gizli şifreli) Başbakanlık kayıtlarına enterne olmuştu, istedikleri an istedikleri bilgiye erişiyorlardı. Durumun vahametini anlatmak adına bir örnek verelim, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başbakanlığa bağlı bir kurumdur, kayıtları ve iletişim hattı kriptoludur!

Bu meşhur operasyonlardan tam 1 yıl 7 gün sonra 24 Ocak 2000 tarihinde, Hizbullah Terör Örgütü (mutlaka dış istihbarat desteğiyle) Diyarbakır’da, Diyarbakır Emniyet Müdürü ve arkadaşlarını, korumalarını, toplam 6 kişiyi müthiş güçlü bir saldırıyla şehit etmişlerdi. Bu saldırıyı yapanlar yakalandı ve müebbet hapis cezası aldılar.

Evet, Hizbullah operasyonlarının yönetiminden sorumlu Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan şehit edildi. Ve bugün eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a da ihanet edilmektedir. Devlet, daha doğrusu devleti yönetenler tarafından. Devleti bugün kim yönetmektedir, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti.

Hüseyin Velioğlu ile birlikte o gün o villada yakalanan askeri kanat sorumlusu terörist Cemal Tutar ve örgüt kurucularından Marmara ve Ege Sorumlusu terörist Edip Gümüş bu popüler 102. madde nedeniyle salıverilmişlerdir. Peki neden 10 senedir bu yargılama sonuçlanmamıştır?

Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, bu yargılamaların doğası gereği uzun sürdüğünü ama adliyedeki yapısal çarpıklığın da bu süreyi uzattığını söylemektedir.

Öncelikle Yargıtay’da yaklaşık 8 senedir kriz vardır, çoğu daireye yeni Yargıtay mensupları seçilememektedir, atanamamaktadır. Eksik kadrolu Yargıtay’da yüksek hakimlerin önünde ağır ve dağınık konulu iş yükü vardır.

AKP hükümeti bunu siyasi amaçla kısmen hukuki yollarla engellemiştir. CMUK’un yeni maddesinin yürürlüğe girmesiyle de hukuken suçsuz demek zorunda olduğumuz ancak suçlu olduklarını gün gibi bildiğimiz adamlar salıverilmiştir. İster Yargıtay nedenli ister AKP nedenli olsun, sonuçta yanlış giden bir şeyler yüzünden Hizbullah terör örgütünün 2 ve 3 numaralı adamları dışarı bırakılmıştır, sorun budur.

Sadettin Tantan, yakın arkadaşı, meslektaşı Gaffar Okkan’ı şehit vermiştir.

Madem suçlular 10 sene sonra salıverilecekti, canavarca hisle insanlık dışı metotlarla insan öldüren teröristler salıverilecekti, Sadettin Tantan ve Gaffar Okkan o dönem niye o kadar gece gündüz bu konu üzerine çalıştılar, kendilerini riske attılar, operasyonlarda görev alan polis, jandarma, savcılar, adli tıp uzmanları o kadar uğraş verdiler ve Gaffar Okkan ve arkadaşları şehit oldular.

Bu şehitlerin ailelerine bugün kim ne hesap verebilir?

Hatırlıyoruz, kararlı bir biçimde yolsuzlukla mücadele eden efsane İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ı 2001 yılında “yolsuzlukların çok üstüne gittiği için” bakanlıktan aldılar, daha sonra Organize Suçlarla Mücadele Yasası’nı da (4422 sayılı yasa) yürürlükten kaldırdılar, Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesini ortadan kaldırıp, 7. maddesini değiştirdiler, bugün de CMUK 102. maddesi ile birlikte teröristleri dışarı çıkardılar. Tantan, yasalara dayanarak ne ile uğraştı ise birileri bir biçimde o suçluları akladılar.

Bu Hizbullah teröristlerinin Ocak 2011’deki salıverilişi skandalından sonra yeni bir skandal daha açığa çıktı. Skandalı belgeleriyle ilk olarak gazete5.com açıkladı. Bu gerçekler Türkiye’de gündeme bomba gibi düştü.

Diyarbakır D Tipi Cezaevi yönetimi, dört Hizbullah militanının cezaevindeki internet olanağını eğitime değil, Msn ve Skype aracılığıyla örgüt yönetiminde kullandıklarını tutanakla belirlemiştir. Tarih tekerrür etmektedir.

Cezaevindeki Hizbullahçılar, devlet kurumlarının ve cezaevinin bilgisayar sistemine sızarak özel bilgileri ele geçirip arşivlemiş, kripto cihazı bilgilerini ele geçirmiş ve ayrıca bilgisayarlarda işaretli krokiler bulunmuştur.

Tantan bugün de basın yayın yoluyla Hizbullah Terör Örgütü’nün gerçek yüzünü ve yapılan büyük yanlışlığı, skandalı Türk Milleti’ne anlatmaya çalışmaktadır. Tantan, bakanlık döneminde olduğu gibi günümüz sivil döneminde de teröristlerle yasal yollarla mücadeleye devam etmektedir. Devleti yönetenler ise aciz yönetimleri yüzünden bu teröristlere özgürlük sağlamaktadır.

Peki şimdi soruyorum, Sadettin Tantan daha ne yapsın?


TEVFiK BiR / 09.01.2011

7 Ocak 2011 Cuma

Tansu Çiller Cumhurbaşkanı mı Yapılacak?

 
Tansu Çiller Cumhurbaşkanı mı Yapılacak?


Türkiye'yi yöneten gizli krallardan biri olduğuna inandığım “Fetullah Gülen” ilginç bir kişiliktir. Kişiliğiyle paralel enteresan rüyalar görür, bunlardan bazılarını kitaplarında ve videolarında takipçileriyle paylaşmıştır, paylaşır, bu rüyaları tekrar tekrar anlatmaktan da hoşlanır.

Bir de Fetullah Gülen'i rüyalarında gören, Amerika'ya iner inmez gidip elini öpen takipçileri vardır. Bazen aklıma gelir, Tayyip Erdoğan futboldan kopmasaydı bugün bir Hakan Şükür olur muydu ve Hakan Şükür de bugün bir Tayyip Erdoğan! Biz konumuz dönelim.

İşte ben de Fetullah Gülen'inkiler kadar olmasa da ilginç bir rüya gördüm geçen gece. Rüya bu ya, Tansu Çiller Türkiye'nin halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştu. Rüyamı paylaşayım biraz sizlerle.

“Kadın'a Şiddete Hayır!” propagandasının arttığı bu günlerde, Türkiye'nin bu kötü imajını düzeltmeye de adeta bir katkı olarak düşünülmüş, Tansu Çiller'in cumhurbaşkanlığı.

Türkiye'yi birleştirip bütünleştireceğine inanılmış. Terörün ve terör örgütünün devletle yarışır hale geldiği bu dönemde, zamanında teröre büyük darbeler vurduğu söylenen birinin cumhurbaşkanı olması çok önemliymiş.

Askerin de onay vereceği bir isimmiş. Eşi türbanlı, pardon, kendisi bile türbanlı değilmiş.

Bu gibi nedenlerle cumhurbaşkanı seçilmişti rüyamda. Rüya bu, kimi zaman saçma olur kimi zaman gerçekçi. Acaba bu hangisi?


Uyanınca

Uyanınca düşündüm, olabilir mi acaba diye.

Bir e-posta furyası marifetiyle yıllardır gördük durduk, döne döne eşimizden dostumuzdan bu e-postalar gelip durdu. Özetle “Abdullah Gül ve eşi Çankaya Köşkü'ne taşınmadılar, Dışişleri Konutu'nu boşaltmıyorlar, Dışişleri Bakanı kendi konutuna geçemiyor bu nedenle senelik 1 milyon TL'lik konut Dışişleri Bakanı'na kiralandı” diye.

Kira rakamı senelik 1 milyon TL değil, yaklaşık 650.000 TL. Ama e-postadaki bilgi doğruydu. Bay ve Bayan Gül Çankaya Köşkü'ne resmi olarak ve fiili olarak taşınmadılar. Buna neden olarak da “Hayrunnisa Gül konuta geçmek istemedi” dendi, bir kapris olarak lanse edildi.

Aslında bu haber, bir örtüydü. O konuta “türbanlı” bir başbayanın (fist lady) çıkması “asker” tarafından istenmemişti! Mantık doğru yada yanlış, asker, Atatürk'ün evine türbanlı başbayan sokmamıştır, anayasal olarak da bunu kendisi açısından haklı bulmuştur.

Yazar Yalçın Küçük'ün açıkladığı bilgiler doğrultusunda, Tayyip Erdoğan'ın köşke çıkamadığı ve yolun ister istemez Abdullah Gül'e açıldığı biliniyor. Ancak cumhurbaşkanı ve başbayan olmalarına karşın Abdullah ve Hayrunnisa Gül'ün Çankaya Köşkü'ne taşınmamalarının nedeni bu açıkladığım durumdur. Pazarlıklar, salvolar ve nihayetinde asgari müştereklerde buluşma yaşanmıştır asker ve hükümet arasında, cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde. 2007 yılını hatırlayalım. Aklımızın bir köşesinde de daima Yaşar Büyükanıt-Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe gizli görüşmesi ve ölene kadar saklanacak sırlarının olduğu açıklaması bulunsun, unutmayalım!

Aslında Tayyip Erdoğan ve AKP, hem üniter devleti hafifletmek, federalizme bir adım daha yaklaşmak hem de askerin cumhurbaşkanı seçimindeki ağırlığını/etkisini yok etmek adına yıllar önce planladığı “halkın seçeceği cumhurbaşkanı” modelini getirmiştir. Yada bu model Türkiye'ye dayatılmıştır.

Yine de askerin perde arkasında bu konudaki etkinliği sıfırlanmış olur mu, bilemiyoruz.


Gül'den Sonra Köşke “Kim Çıksın”

Gelelim rüyama. Tansu Çiller, rüyamdaki gibi cumhurbaşkanı olabilir mi? Abdullah Gül'den sonra kim Cumhurbaşkanı olacak?

Tayyip Erdoğan, eğer 2011 genel seçimlerden büyük bir başarıyla çıkmazsa ve AKP, Türkiye'yi bölünmeye götüren bu “geniş” ve küreselci/yapay/şov odaklı devlet yönetiminden vaz geçmezse, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olamaz. Cumhurbaşkanı adayı bile olamayabilir.

Zaten yazar Yalçın Küçük'ün “Tayyip Erdoğan üniversite mezunu değildir” iddiaları yıllardır resmen ve net biçimde yalanlanamadı. Ayrıca yine Yalçın Küçük, Tayyip Erdoğan'ın, cumhurbaşkanı olmasına engel rahatsızlık teşkil eden “Epilepsi/Sara” hastası olduğu iddiasını sürdürmektedir.

Abdullah Gül yeniden cumhurbaşkanlığına adaylığını koymazsa yada bunda anayasal bir sorun çıkarsa, demin açıkladığım nedenlerle Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı adayı olamazsa, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı için kimi aday gösterebilir? Malum, Türkiye'de bir süredir cumhurbaşkanı adayları, adaylıklarını açıklamıyor, başbakanlar cumhurbaşkanı adayını tayin ediyor!

Elimizde, Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adayı olarak atayabileceği/seçebileceği adaylar bellidir: Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, Bülent Arınç.

ABD'li diplomatlar Bülent Arınç'a, Vikileaks belgelerinde açıklanan ABD resmi diplomatik kayıtlarına göre, Tayyip Erdoğan'ın “Attack dog”u diyorlar. Biz, bunu kibarca “kötü polis” olarak Türkçeleştiriyoruz.

Bülent Arınç'ın, TSK, yargı ve üniversiteler dahil kavga etmediği, hakaret etmediği ve basın önünde tartışamaya girmediği kurum neredeyse yoktur. Siyasi üslubu düşüktür.

Bu kadar agresif, kavgacı, devlet kurumlarını basın önünde yıpratmaya hevesli ve TSK'nın asla sindiremeyeceği bir kişinin, Bülent Arınç'ın, cumhurbaşkanı adayı olma olasılığı, günümüz Türkiye gerçekleri kapsamında neredeyse sıfırdır. Cumhurbaşkanı olabilecek, tarafsız, birleştirici vb. niteliklere sahip değildir.

Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürüttüğü dönemde, bakanlık teşkilatı içinde müthiş bir kadrolaşmaya ve özellikle Fetullahçı kadrolaşmaya gittiği ile ilgili pek çok iddia dillendirilmişti. ANAP'tan AKP'ye gelen ancak genel görünümü itibariyle cemaat içerisinde saf tutan bir kişidir. Bunca iddia varken, Cemil Çiçek için asker olumlu kanaat bildirmeyecektir.

Son aday adayımız Mehmet Ali Şahin'dir. Mehmet Ali Şahin, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa cemaatine yakın durmuş, sempati beslemiş bir isimdir. Şimdi de bu sempatisi ve manevi yakınlığı sürmekte midir, bilmiyoruz. Bugün TBMM Başkanı'dır.

Tarihte pek çok Sabetayist TBMM Başkanı'mız olmuştur. Nakşibendi tarikatına sempati besleyen bir TBMM Başkanı ise, belki bir ilktir.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başbakan yardımcılığı görevine getirdiği kişilere bakarsak, bunlardan Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmuştur. Abdüllatif Şener, AKP'den istifa edip, bir kısım çarpıcı gerçekleri açıklayıp parti kurmuştur. Peki Mehmet Ali Şahin ne olacaktır, bilemiyoruz.

Tayyip Erdoğan'ın beyanatlarının aksine, kulislerde konuşulduğu gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile arasında gizli bir rekabet ve soğukluk var ise, siyasi olarak Abdullah Gül yeniden cumhurbaşkanı adayı olamaz demektir.

Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adaylığı için elindeki tek seçenek (asker Tayyip Erdoğan için olumlu ve ılımlı davranmazsa ve yazar Yalçın Küçük'ün iddialarının gerçekliği resmi olarak doğrulanırsa) Mehmet Ali Şahin kalmaktadır.


Tansu Çiller'in Sicili

Terör örgütü bugün, AKP'nin aciz devlet yönetimi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti'ne açıkça ve TBMM'deki bağlantılı milletvekilleri aracılığıyla ve Türkiye'nin iki bölgesindeki pek çok ilde meydan okumaktadır ve örgüt kendisini bölgede devletleştirmeye çalışmaktadır.


Tansu Çiller'in annesinin çıkınından para çıkması vakasını yada “hizmetçisinin malikanesi” vakasını hatırlayanların pek fazla olduğunu sanmıyorum. Halkımız kara gerçekleri unutmayı sever. Unutan kadar unutturanlarda da kabahat olduğu kesindir.

Uğur Dündar yaklaşık 6 ayda bir Star Ana Haber Bülteni'nde, Tansu Çiller'in kendisini öldürtmek için mafyaya talimat verdiğini (Uğur Dündar'ın yolsuzluk araştırmaları nedeniyle, bu araştırmaların ucunun Tansu Çiller'e dokunabilme riski nedeniyle), talimatı alan mafyöz kişinin ise “Uğur Dündar dürüst iyi biri, onu öldüremem” dediğini söyler durur. Bu ayrıca ARENA programında da haber olarak seyirciye sunulmuştu.

Bu iddia sürekli milyonlar karşısında söylenebiliyorsa ve buna karşı herhangi bir tekzip yayınlanmamışsa, iddia artık doğru kabul edilmelidir.

Aslında Tansu Çiller böyle bir isimdir, Uğur Dündar'ın açıkça zikredebildiği ve sürekli tekrarladığı bu iddiasıyla.

Tansu Çiller'in hanımefendi ve “kadın” imajının ardında, milyonların sevdiği, dürüst bir ismi (milyonların sevmesi de gerekmez, yalnızca “insan” olması ve Allah inancı ve korkusu bile böyle bir işe mani olmalıdır) öldürtebilecek düzeyde gaddarlık yattığını görüyoruz.

Devletin arşivindeki bilgilerle bile Tansu Çiller dönemi, talimatları, bizzat kendisinin bilgisi yada direkt talimatları doğrultusunda gerçekleştirilen açık ve örtülü faaliyetler incelense, sanırım Ergenekon adını 1 ay sonra kimse hatırlamaz olacaktır!

Peki Ergenekon diye yanıp tutuşan, bu konuda yüzlerce açıklama yapan Başbakan Tayyip Erdoğan neden Tansu Çiller dönemine ilişkin “derinlemesine araştırma” talimatı vermemektedir. Madem mafya ve çetelerin kökü kazınacak, madem demokratik bir devlet olacağız, neden Tansu Çiller dönemi devlet arşivleri temel alınarak kovuşturulmamaktadır, soruşturulmamaktadır?

Tansu Çiller – CIA bağlantıları da pek çok araştırmacı yazar tarafından ciddi boyutta iddia edildi, anlatıldı yazıldı.

Halkımız bunu da bilmez, bilemez. İnsanlar her şeyi bilemez, takip edemez. Hele ki bu yoksul dönemde. Toplumumuz bugün genel olarak, Tansu Çiller'in döneminde PKK'nın ağır darbe aldığı söylemini hatırlar, bunu bilir bunu söyler. ABD Tansu Çiller'i, Sistem Tansu Çiller'i sever.

Bu, Tansu Çiller açısından büyük bir kazançtır aslında. İçinde bulunduğumuz bölünme ortamında Tansu Çiller bütünleştirici, birleştirici bir isim olarak sunulabilir. Bu isme, TSK'nın karşı çıkacağını da sanmıyorum. Eldekilerin en iyisi olarak görülebilir. Ayrıca ABD'nin de sevdiği bir isimdir.

ABD'nin Irak işgalinde, ABD tarafında büyük görevlerde bulunan bir isimdi Condoleezza Rice, kadındı. Savaşın öncül aktörlerindendi. Görünenden daha fazlasıydı. ABD'nin eski dışişleri bakanlarından Madeleine Albright da ABD açısından efsane bir isimdi, kadındı, Altın Kızlar dizisinden fırlamış gibiydi. Bugün bu yaşında, Füze Savunma Kalkanı Projesinin yönetmenlerindendir.

Acaba, yakın gelecekte ABD İran'ı vururken, Tansu Çiller Türkiye'nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olacak mıdır?

Bugün artık Demokrat Parti'de (DP) her gün Tansu Çiller'in adı zikredilmektedir. Hüsamettin Cindoruk'a ve büyük olasılıkla Demirel'e karşın! Hiç önemli değil. Onu genel başkanlık koltuğu açmaz artık, rüyamda kendisini cumhurbaşkanı olarak gördüm çünkü.

Bir rüyadan çıktık nerelere geldik. E Tansu Çiller bir profesörlükten başbakanlığa atanmıştı pardon seçilmişti. Biz de bir rüyadan cumhurbaşkanlığına uzandık, çok mu?!


TEVFiK BiR / 07.01.2011

Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.