11 Mayıs 2011 Çarşamba

50 Milyar TL ve Türkiye'de İç Savaş



50 Milyar TL ve Türkiye’de İç Savaş


Bu yazıda, 50 milyar TL (eski parayla 50 katrilyon) neden borsadan çıktı, bu hangi olayların habercisidir, bu bir erken uyarı verisi midir, Türkiye'de yakın zamanda neler olabilir buna bakacağız.

Petrol için, uranyum, altın, elmas gibi kıymetli madenler ve taşlar için kimi ülkelerin geçmişte soykırımla birlikte sömürgeleştirildiğini, günümüzde ise demokrasi söylemleriyle işgal edildiğini gördük. Dünya tarihi, bunun onlarca örneğiyle doludur.

Petrol, altın... Metanın adının ne olduğu önemli değildir. Sonuç paraya çıkmaktadır.

Bazı kapalı toplumlar, özellikle nüfusları itibariyle potansiyel taşıyan kapalı ekonomiye sahip toplum ve ülkeler, “küresel ekonomiye” entegre edilmek adına, “piyasa toplumu” yapılmak adına, satılacak mallara “pazar” edilmek adına saldırılara, işgallere, darbelere, kanlı yönetim değişikliklerine maruz kalmışlardır. Sonuç burada da paraya çıkmaktadır.

Paranın bu denli önemli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Askeri darbeler, sivil görünümlü Soros darbeleri, vatan hainlerinin yetiştirilmesi ve toplumda öne çıkartılması operasyonları, medya kanalıyla toplumların istenildiği yönde şekillendirilmesi... Bunların hepsi paraya dayanan operasyonlardır. Bu düzende, kaz gelecek yerden tavuk asla esirgenmez.

Örneğin George Soros. Biz onu, “Macar Yahudisi asıllı ABD'li finans spekülatörü” olarak tanıyoruz. Bu ılımlı bir tanımdır. George Soros, gerçekten de para piyasalarında manipülatif-spekülatif hareketler yaratarak yada legal çerçeve içinde “büyük yatırımcı” sıfatıyla işlemler yaparak milyar dolarlarını katlayan bir kişidir.

George Soros'u Soros yapan, CIA bağlantılı yine sivil görünümlü Amerikan kuruluşlarıdır. Soros'u ilkin bunlar fonlamıştır. Soros'la ilgili gerçek bilgileri yazar Mustafa Yıldırım'ın ve de yazar Banu Avar'ın ve de yazar Erol Bilbilik'in kitaplarında yada gazeteci-yazar Arslan Bulut'un yazılarında bulabiliyoruz.

Soros, ABD örtülü ödeneğinden aldığı ve piyasalardan katladığı parasını, özellikle coğrafyamızda ve dünyanın dört bir yanında “sivil görünümlü” darbelere ve isyanlara harcayan bir Sistem aktörüdür (Sistem: Dünyayı yöneten derin güç. Yani, CFR, Bilderberg, Trilateral ve bunların altında yer alan irili ufaklı örgütler ve bunların yöneticisi olan her milletten gelen ancak milliyet farklılığına önem vermeyen, adeta paraya tapan, İbrani asıllı yapı). Soros'un pek çok ülke borsasında olduğu gibi, Türkiye'nin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda da (İMKB) yatırımları mevcuttur.


Türkiye'nin Tamamını Borsada Bulabilirsiniz

Neo liberal bakış açısıyla Türkiye ve Türk ekonomisi, yükselen piyasalar içinde yer alır. Döviz kurunun (özellikle dolar) yaklaşık 9 yıldır neredeyse hiç değişmemesi nedeniyle ve diğer başka nedenlerle yabancı yatırımcıların gözde sıcak para (hedge fund) yatırım merkezlerinden birisi olmuştur İMKB.

İMKB'de hangi şirketler işlem görür? Yaklaşık 350 şirket işlem görmektedir.

Neredeyse tüm Bankalar: Garanti Bankası, İş Bankası, Akbank, Yapı Kredi, Vakıf Bank, Halkbank, Şeker Bank, Tekstilbank...

TÜSİAD üyesi büyük Holdingler: Koç Holding, Sabancı Holding, Doğan Holding, Yıldız Holding, İhlas Holding, Tekfen Holding, Alarko Holding, Transtürk Holding, Tav Havalimanları Holding...

Türkiye'nin önde gelen Sanayi Yatırımları:
a) Gıda-İçecek (Pınar, Ülker, Tat, Tukaş, Coca Cola, Şeker Piliç, Banvit vs.)
b)Dokuma-Giyim (Altınyıldız, Bossa, Derimod, Desa, İdaş, Yataş vs.)
c) Petrol-Kimya (Aygaz, Tüpraş, Petkim, Petrol Ofisi, Dyo Boya, Marshall, Pimaş-Pimapen vs.)
d) Taş-Toprak (Adana Çimento, Afyon Çimento, BatıSöke Çimento, Çimsa, Ege Seramik, İzocam, Kütahya Porselen, Nuh Çimento, Trakya Cam vs.)
e) Metal Sanayi (Ereğli, Kardemir, İzdemir vs.)
f) Metal-Makine (Alarko, Isuzu, Arçelik, Bosch, Ford, İhlas Ev Aletleri, Mutlu Akü, Otokar, Demir Döküm, Tofaş, Türk Traktör, Vestel vs.)
g) Enerji-İnşaat (Zorlu, Akenerji, Aksu, Enka vs.)
h) Toptan-Perakende (Bim, Bimeks, Boyner, Carrefour, Kiler, Migros, Sanko, Selçuk Ecza Deposu, Kipa vs.)
i) Ulaştırma-Haberleşme (THY, Çelebi, Tav, Reysaş, yakında Pegasus, Turkcell, Türk Telekom)
j) Sosyal Hizmet (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor, AFM Sinemaları, Acıbadem Hastaneleri)
k) Tekonoloji-Askeri (Alcatel, Arena Bilgisayar, ASELSAN, Escort, İndeks, Karel, Netaş vs.)
l) Gayrimenkul yatırım ortaklıkları, Yatırım ortaklıkları, Hürriyet Gazetesi'nden Koza Davetiye'ye kadar pek çok şirket...


Bunları neden bu kadar ayrıntılı yazdım? İMKB'de işlem gören şirketler demek; günlük hayatımızın her yanında kullandığımız yada karşımıza çıkan ürünleri yada hizmetleri üreten, Türkiye'yi üreten şirketler demektir.

Bu şirketlerin her birinin yaklaşık olarak %40'ı yada bazen çok daha fazlası yada nadiren %40'dan azı, İMKB'de yani daha anlaşılır tabirle borsada halka açık olarak işlem görür.

Kabaca bir örnek verirsek, Turkcell'in %35'i halka açıktır. Yani siz 100 TL fatura ödeseniz ve bunun tamamı net kâr olsa %65'i Turkcell'in sahiplerine, %35'i ise borsadaki hisse senedi sahiplerine gider. Yada örneğin THY'nin %51'lik payı yada Garanti Bankası'nın %51'lik payı yada Bim Marketleri'nin %60'ı borsadadır.

Bu, dünyada da genel olarak böyledir (tüm Avrupa-Asya ülkelerinden tutun Botsvana, Tanzanya, Kenya, Filistin, Suudi Arabistan, Namibya'ya, Panama, Bermuda'ya kadar).

Adını duyurmuş bir patronsan, büyük bir şirketin varsa bunun bir kısmı senindir, bir kısmı da borsadadır. Şirketini borsaya açar yani  belirli bir yüzdesini hisse(pay) senedi karşılığı satar, nakit para alırsın, o parayı şirketini büyütmek için yada her neyse şirketle ilgili kullanırsın. Ayrıca borsa ile dünya piyasalarına bir biçimde entegre olursun, ülkende ve piyasalarda prestij sahibi olursun.

Borsada işlem gören hisse senedini isterse Tayyip Erdoğan da alabilir, Devlet Bahçeli de alabilir, Kemal Kılıçdaroğlu da alabilir, Leyla Zana da alabilir, Osman Öcalan da alabilir, Genelkurmay Başkanı da alabilir, BDP İl Başkanı da, bu yazıyı okuyan siz de... İsterse de George Soros olarak sıfata bürüdüğümüz yabancı yatırımcılar da. Çünkü borsada parayı veren, senedi alır.

Şirketlerimiz borsada dedik, şirketlerin borsadaki payların ne kadarı Türklerin (yerli yatırımcı) elinde ne kadarı yabancıların elinde bu da önemli bir mevzudur. Yani aslında Türk sermayenin, Türk sanayinin ne kadarı gerçekten yerli ne kadarı yabancıdır, bu oran bunu gösterir. Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) bu oranı günlük olarak sitesinde yayınlar. Bigpara ekonomi sitesinde de bu veriye günlük olarak ulaşılabiliyor


Oranlardaki Tehlikeli Değişim

AKP hükümeti dönemi genelinde ve somut olarak 2008 yılı başında İMKB'deki Yabancı payı %73'ler düzeyindeydi, İMKB o zaman 55.000 puan civarındaydı.

Herkes mutlaka bir şekilde denk gelmiştir, izlemiştir. ATO Başkanı Sinan Aygün bu oranı sürekli olarak söyler ve bunun yanlışlığından, yüksekliğinden yakınırdı. Sinan Aygün henüz Ergenekon'da yargılanmaya başlamamıştı, konuşuyordu, gerçekleri açıklıyordu o dönem!

Ardından 2008 yılı sonbaharına doğru ABD finansal krizi olarak başlayan ve tüm ülkeleri saran, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “teğet geçti” dediği kriz çıktı.

Kasım.2008'de yabancı payı, bu krizin etkisiyle %67'ye düştü. Bu düşüş krizle birlikte devam etti ve %63'lük oranı gördük.

Ancak İMKB 100 de, 55.000 puandan 27.000 puana, değer olarak yarıya düşmüştü. Bu muazzam bir düşüştü. İMKB'nin %50'lik düşüşüne paralel olarak yabancı yatırımcının varlığının yaklaşık %10'luk bir kısmı Türkiye'den çıkmıştı. Bu haklı bir çıkıştı. İMKB'nin en çok işlem gören kağıdı Garanti Bankası hisse senedi GARAN’ın değeri bile 1.70 TL'ye inmişti.

Ardından toparlanma süreci başladı. Borsa tekrar adım adım 55.000 puana çıktı, İMKB'deki yabancı payı %67'lere çıktı. Ardından günümüze kadar geldik.

10.Kasım.2011 tarihinde İMKB 71.665 puanla tarihi rekor kırdı, GARAN 9.00 TL oldu (2 senede 5.3 katına çıktı).  03.Mayıs.2011 tarihinde İMKB 70.000 puan seviyelerindedir.


Tehlike Çanları Çalıyor!

Ancak burada bir şey ayrıştı. Bir garip durum var!

Kriz öncesi İMKB 55.000 puan, Yabancı payı %73
Krizde İMKB 27.000 puan, Yabancı payı %63
Kriz Aşılırken İMKB 55.000 puan, Yabancı payı %67
Kriz Aşıldı derken İMKB 70.000 puan, Yabancı payı %62-63


Borsanın dip yaptığı, krizin vurduğu 27.000 puanlık dönem ile bugünün 70.000 puanlık döneminde yabancı payları aynı. Halbuki aynı süreçte örneğin Garanti Bankası 1.70 TL iken, 9.00 TL'lere çıkıyor. Yani Garanti Bankası'ndaki yabancı yatırımcı parasını 5'e katlıyor. İMKB ise 2.6 katına çıkıyor.

Bunu zaman zaman görürüz, bazen borsada genel olarak bir satış havası eser, yabancı satışı olur (%1, maksimum %2 civarı düşer yabancı payı), onun paniğiyle daha şiddetli bir yerli satışı olur (ki referandum öncesi bu yaşanmıştı), fiyatlar makul düzeye çekilir ve yabancı yatırımcı aniden düşük rakamlardan tekrar senetleri toplar. Yüksekten sat, düşükten al oyunudur. Kâr amacıyla yada mal artırma amacıyla yapılır.

Ancak bu sefer böyle bir durum söz konusu değil. Yabancı yatırımcının usulca Borsa'yı terki söz konusu ancak borsa yükseliyor. 8 yıldır Türkiye'de yaklaşık olarak %70'lik oranlarda bulunan yabancı yatırımcı, neden yüksek kazanç kaynağından vazgeçiyor?

Nisan.2011 itibariyle İMKB'deki şirketlerin toplam İMKB varlığı 448.8 milyar TL ediyor. Eskiden bunun %73'ü karşılığı yabancıların elindeydi, bugün ise %63'ü. Aradaki %10'luk değer karşılığı ortalama 48.8 milyar TL, yuvarlak olarak 50 milyar TL değerindeki fon, bu yüksek ve emeksiz kâra karşın İMKB'den çıkmış, borsayı terk etmiş!

Yukarıda sıraladığım bir kısım şirket vardı, kabaca yabancılar hepsinden %10 oranında ortaklıktan ayrılmış diyebiliriz. Türk Telekom satıldığı zaman %55'i satılmıştı. Ne kadar büyük olay olmuştu. Ucuza hatta 1-2 senelik kârına karşılık satılması ve stratejik bir kurum olması tartışmaları dışında, Türkiye'nin en büyük kuruluşlarından birisinin %55'lik varlığı “yabancılara” satılmıştı. Bu AKP adına başarı, bizler açısından ise dramatik bir sonuçtu.

Halbuki İMKB'deki bu yabancı satışıyla ne Türk Telekom'u, sizin tüm şirketlerinizdeki yabancı payının %10’u yurtdışına kaçmış oluyor. Bu iyidir kötüdür ayrı mesele. Ancak bu kolay ve garantili piyasada (borsada), kolay ve yüksek kâr etme olanağına karşın neden bu derece para kaçar! Kaçan para ki oldukça yüksek bir miktar, 50 milyar TL.

Örneğin Suriye'de halk hareketi ile iktidarı yıkmak, bunun öncesinde sivil organizasyonu sağlamak, istihbarat ve lojistik destek sağlamak (özetle Soros'çuluk) yüz milyon doları geçmeyecek tutarda bir operasyondur. Soros, bir milyar USD ile 10'a yakın ülkede organizasyon kurabiliyor, buralarda renkli devrimler yaparak ülkeleri ABD'ye bağlayabiliyor. Yani İMKB'nin kolay para kazandırma ortamında 50 milyar TL'yi usulca borsadan çekmek, Türkiye'den çekmek ne demektir?

Önümüzde seçimler var ve fakat bir belirsizlik yok. 12 Haziran seçimlerinden (her ne kadar aksini istesem de) AKP'nin tek başına iktidar olarak çıkması bekleniyor.

Yabancı yatırımcı 50 milyar TL'sini neden Türkiye'den çekmiştir? Bunun nedeni asla basit olamaz. Çünkü, savaşlar başlatan, soykırımlar yaptıran “paradan” söz ediyoruz.


Olasılıklar

1-) Türkiye'deki cari açık inanılmaz boyuttadır ve Türkiye kendi iç ekonomik ve mali sorunları nedeniyle ekonomik krize girecektir. Bu büyük olasılıkla seçimlerden sonra olacaktır. Ancak ben pek fazla bu olasılığı gerçeğe yakın görmüyorum. Çünkü uzmanlara göre, cari açık Türkiye'de borçlanabilme kapasitesiyle paralel yürümektedir, cari açık yüksektir ancak ciddi bir politika ile önlenebilir. Bu olasılık, kaçan 50 milyar TL için yalnızca bir bahane olabilir.

2-) Seçimlerden sonra, 2011 sonuna doğru, dış güçlerin yönlendirme ve istihbarat operasyonları sonucu, Türkiye iç savaşa girebilir. Hatta büyük olasılıkla sene sonuna doğru Suriye olayları inanılmaz boyutlara ulaşacak, belki Suriye, Sistem müttefikleri tarafından vurulacaktır ve aynı zamanlarda da Türkiye’de bir iç savaş çıkartılacaktır (Türk-Kürt değil, ülkenin bölünmesi isteyen toplu kalkışma hareketine giren bölücü güçler ve onları destekleyen Kürt kökenliler ile devlet-meşru müdafa yapan halk).

Burada sanki bir başlangıç yapılmak istenir gibi, bölücü kesime güven ve motivasyon sağlanmak istenir gibi, T.C. Başbakanı'nın konvoyuna saldırı yapılabilmiştir! Artık bölücü-yıkıcı-isyankar söylemler alenidir ve had safhadadır (Bknz: http://tevfikbir.blogspot.com/2011/05/ykn-efendiler-skysa-ykn.html)

Ayrıca AB'li bürokratların, istihbaratçıların hazırladığı “2011 Türkiye İç Savaşı” senaryoları, yıllar öncesinden ortaya çıkmıştı (2005 yılında).

3-) Suriye'deki olaylar beklemediğimiz boyutlara ulaşabilir, bunun yanı sıra İran'da da önlemez olaylar çıkabilir ve sınırımızda, belki de bizi de içine alacak bir biçimde karışıklık, savaş çıkabilir.

4-) Teamüllere göre Genelkurmay Başkanı olacak bir orgeneral sırasıyla Genelkurmay 2. Başkanı, 1. Ordu Komutanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı olur.

Ergenekon davasında tutuklanan yazar Yalçın Küçük'ün araştırmasına göre, sivil iktidarın (başbakanın) diretmesi sonucu tarihte 3 kez, Kara Kuvvetleri Komutanı olacak kişi (haliyle 1-2 yıl sonrasının Genelkurmay Başkanı) teamüller dışında değişmiştir, yürütmenin istediği kişi komutan yapılmıştır.

Bunlardan birincisi Org. Cemal Gürsel'dir ve 1960 darbesini yapmıştır. İkincisi Org. Kenan Evren'dir ve 1980 darbesini yapmıştır. Üçüncüsü ise büyük olasılıkla 2013 yılında Genelkurmay Başkanı olacak bugünün Jandarma Genel Komutanı Org. Necdet Özel'dir.

Ayrıca Demokrat Parti, 1950-1960 yılları arasında tam 10 yıl tek başına iktidarda kalmış, 10. yılı bittikten sonra darbeyle yıkılmıştı. AKP 2002 yılı sonunda iktidara geldi, 10. yılı 2012 yılı sonuna denk gelmektedir. 2013 yılında ise Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olacaktır.

Tabi bunlar yalnızca istatistikler ve tesadüfler. Ordu (Allah korusun) darbe yapacaksa, hem Org. Necdet Özel'i hem de 10. yılın dolup yeni yılın başladığı tarih 2013 yılını, istatistik tutsun diye beklemez. Bu Marduk gezegeni gibi, 21.Aralık.2012 meselesi gibi oldu biraz. Yalnızca paylaşmak istedim. Ancak bizim bilmediğimiz belki AKP'nin ve elbet ABD'nin bildiği bir darbe riski olabilir. Allah korusun. Sistem sorunları, siyasetle ve halkın onayıyla çözülsün.

Ben ikinci ve üçüncü olasılıkları, gerçeğe daha yakın olasılıklar olarak görüyorum.

* * *

Sonuçta ilginç biçimde kaçan 50 milyar TL (33 milyar USD) ve %10'luk pay var. Borsadan yabancı çıkışı var.

Yabancılar bir riski-tehlikeyi gördüler ve Türkiye piyasasından kaçıyorlar. Bunun nedeninin Türkiye için olumlu sonuç çıkarmayacağı açık. Çünkü kimse durduk yere, kolay para kazanma mekanından ayrılmaz. 50 milyar TL'lik bir soru bu. Sorunun yanıtını ise yaşayarak göreceğiz.


Tevfik BiR / 11.05.2011

                       www.asekam.org 
                       www.sozgazetesi.org
.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Yıkın Efendiler, Sıkıysa Yıkın!





Yıkın Efendiler, Sıkıysa Yıkın!


Bu yazıda efendileri göreceksiniz. Bu yazıda efendilerin uşaklarını göreceksiniz. Bu yazıda gerçekleri göreceksiniz.

* * *

PKK terör örgütü 2000 yılında 7. Kongresini ve 2002 yılında 8. Kongresini yapmış ve bazı kararlar almıştı, güncel deyişle “yol haritası” çizmişti. Daha doğrusu, Sistem'in kendisine verdiği yol haritasını tebliğ etmişti (Sistem: Dünyayı yöneten derin güç. Yani, CFR, Bilderberg, Trilateral ve bunların altında yer alan irili ufaklı örgütler ve bunların yöneticisi olan her milletten gelen ancak milliyet farklılığına önem vermeyen, adeta paraya tapan, İbrani asıllı yapı).

İlginçtir bu kararların bugün Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri tarafından “demokrasi” adına dile getirildiğini, savunulduğunu görüyoruz, bu kararların ve temellerinin yavaş yavaş hayata geçtiğini görüyoruz. Peki, Türkiye, yani bizler nereye gidiyoruz?

8-10 yıl önce bir terör örgütünün söyledikleri o gün bölücülük iken bugün demokratik talep oluyor ve T.C. Başbakanı bunu savunabiliyorsa; bugün Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu tarafından suç sayılan “terör örgütü propagandası” kapsamında değerlendirilebilecek bölücü propaganda ve bu kapsamdaki görüşler, bundan 8-10 yıl sonra da demokratik ifadeler, görüşler mi olacaktır?

PKK bir terör örgütü müdür yoksa artık Türkiye'de söz sahibi olmuş marka değer taşıyan silahlı güce sahip bir siyasi aktör müdür yada daha doğrusu bugün bu konuma getirilmiş midir?

PKK terör örgütünün savunduklarını, kararlarını, aradan 8-10 yıl geçtikten sonra siyasiler “demokratik yenilikler” olarak, değişim-gelişim olarak ifade edeceklerse, o zaman PKK Türkiye'yi alttan alta yöneten bir partidir, bu statüye yerleştirilmiştir diyebilir miyiz? PKK illegal bir örgüttür diyorsak, acaba bunun görevini yasal zeminde DTP-BDP vs. mi sürdürmektedir?

Bu fotoğraf dahilinde, teröre karşı çarpışırken şehit olanların ailelerine ve terörle mücadele eden asker-polis-istihbarat görevlilerine kaybettikleri özel hayatları ve yıpranan psikolojilerine karşılık ne diyebileceğiz? “Pardon” mu? Morali bozulan milyonlarca insanımıza ne diyeceğiz, şehidi için göz yaşı dökenlere?

Mahkum olmuş ve bu dünyadaki cezasını çeken terör örgütü lideri (Abdullah Ö.) ile devletin istihbarat kuruluşunun başkanı, görevlileri, bazı adamlar temas halinde. 1 yılı aşkın süredir görüşülüyor. Devlet, bir mahkumla ne için görüşür?

Pazarlık yapmak, müzakere etmek dışında bunun bir yanıtı olabilir mi? Pazarlık ve müzakere “al-ver” esasına dayanır. Ne alınacak ne verilecektir?


PKK ile Müzakere ve İç Savaş Tehdidi

Terör örgütü lideri Abdullah Ö., bir kez daha Devlet ile müzakere edildiği bilgisini teyit etmiştir ancak bu sürecin kendisine yeterli gelmediği anlaşılmaktadır. Cezaevinden örgütünü yöneten Abdullah Ö. bu haftaki son açıklamasında “15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar” diyerek tehdidini savurmuştur.

Milletvekili olmuş bir kadın da (Abdullah Ö.'nün avukatı Aysel Tuğluk) adaya gidip Abdullah Ö.'nün talimatlarını almakta ve bunu “bölge halkına” aktarmaktadır. Türkiye'ye ve Türk Milleti'ne karşı uygulanan psikolojik harbin görünen aktörlerinden birisidir, öncülerindendir.

Son açıklamasında, “Kürtlerin artık sabrı da bitmiştir, tahammüle de. Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisinin kuracak ve kendi kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Sıfır noktasına gidiyoruz. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun savunulacaktır... Keskin bir dönemeçteyiz” demiştir.

Bunu söyleyenler halkı isyana teşvikten ve hükümetten de öte “devlete karşı darbe/savaş” planı-ilanı yapmaktan göz altına alınamamaktadır, yargılanamamaktadırlar (Anayasanın buna cevaz vermesine rağmen).

Pensilvanya'dan kasetler gelir, talimatlar cemaate aktarılır. Adadan mektuplar, yol haritaları gelir, “halklarına” aktarılır...

Güç merkezi devlet ve devletin başı olması gerekirken, toplumun büyük bir kısmı biat edecek, itaat edecek başka bir güç/karizmatik lider (Karizmatik Lider: Sosyolojik bir tabirdir) bulmuş durumdadır. Alternatif güç odakları, bugün Türkiye Cumhuriyeti'ne topyekün savaş halindedir ve devlete alternatif olma yolunda süratle ilerlemektedir.


PKK 8. Kongresi ve Bugün

PKK terör örgütü 8. Kongresi'nde, Türkiye Cumhuriyeti'ni federatif yapıya dönüştürülmesi gerektiğini ilan etmişti. Bunun için yoğun mücadele edilmesi ve devlete karşı yoğun baskı oluşturulması, gerekirse devletin tanınmaması kararları tebliğ edilmişti.

Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan da açık açık “devlet başkanlığı” sistemini desteklediğini açıklamakta, sivil anayasa yapacağız demektedir. Federalizmin köklerini yavaş yavaş devletin içine salmaktadır (Bölge Kalkınma Ajansları, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in geri gönderdiği Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı...)

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ve bazı Doğu Anadolu Bölgesi illerinde, yasal olarak olmasa da, fiilen bir federasyon kurulmuş durumdadır.

Yerel yönetim birimleri tabelalarında ve hizmetlerinde devletin anayasal dili dışındaki bir dili, Kürtçe'yi kullanıyorlar. T.C. 657 sayılı kanununa tabi imam, hatip ve müftüler de bölgede resmi hizmetlerinde artık genel olarak Kürtçe'yi kullanıyorlar, tabi hükümetin izniyle.

Bununla birlikte, bölgede yaşayan halkın bir kısmı “devletin imamı arkasında saf tutmayız” diyerek, dini siyasete alet ederek, kendi başlarına cuma namazı kılıyor. Türkiye Camii ile Kürdistan Camii ayrımına gider gibi! Halbuki İslamiyette camiler sınıflara ayrılmazlar. Dinde ve camilerde toplumlara ve ırklara göre ayrım yoktur. Bu ayrım, Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte vardır. Örnek olarak, Hıristiyanlıkta Rum Ortodoks Kilisesi'ni ve Ermeni Ortodoks Kilisesi'ni görebiliyoruz. Musevilikte Aşkenaz Sinagogu'nu, İtalyan Sinagogu'nu ve Safarad Sinagogu'nu görebiliyoruz. Bölgedeki BDP Kürtleri aslında yalnızca ülkeyi değil aynı zamanda dini de bölmektedir! Yöneticilerinin bir kısmı Sabetayist ve Kripto Yahudi kökenli olduğundan, belki de buna şarşırmamamız gerekiyor.

* * *

Bölge yerleşim adlarının çoğu Kürtçe olarak değiştirildi. Halk sivil itaatsizlik eylemini sürdürüyor, Efendilerin uşaklarından BDP milletvekili Özdal ÜÇER “Türk mahkemelerini tanımadıklarını” iddia edebiliyor ve mahkeme kararını kameralar önünde yırtabiliyor.

Bir başka uşak, BDP milletvekili Pervin BULDAN “Bu savaş kararıdır” sözünü açık açık söyleyebiliyor. Devletten caydırıcı hiçbir önlem yok. Herkes başıboş/serseri.

BDP Muğla İl Başkanı Mehmet POLAT, “Bu uyarılar sondur. Aksi takdirde Türkiye birkaç hafta içerisinde Suriye ve Ortadoğu ülkeleri gibi karışacak” tehdidini savurmuştur. PKK Kongre kararları, büyük bir kararlılıkla günümüzde uygulanmaktadır.

05.Mayıs.2011 günü (güya) siyasi yasaklı Ahmet TÜRK, “Direnişi yükseltmezsek, birilerinin bize vereceği bir şey yok” diyebilmektedir.

PKK'nın Kongresi niteliğinde toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) sonunda ise şu ifadelerin yer aldığı rapor okunmuştur:
Suriye’de yaşanan gelişmeler Kürdistan’ın bu parçası açısından önü alınamaz bir sürecin habercisidir. Kongremiz Suriye rejimine halkımızın demokratik haklarını tanıma ve öz yönetimini kabul etme çağrısı yaparken, Kürt halkına da demokratik direnişini yükseltme, sonuna kadar mücadelesine sahip çıkma çağrısı yapmaktadır

* * *

PKK terör örgütünün 8. Kongresi'nde terör örgütü lideri Abdullah Ö.'ye af getirilmesi kararı da alınmıştı. Bugün bu “Abdullah Öcalan'a ev hapsi” olarak dile getiriliyor bazı “aydınlarımız” ve ileri demokrasi severlerimiz, yazar Atilla İlhan'ın deyişiyle “Batının manevi ajanları” tarafından..! Ayrıca AKP içinde bu konuya sıcak bakan isimlerin varlığı da dikkat çekicidir! Ayrıca İshak Alaton'un konu hakkında görüşlerine de birazdan bakacağız.

Aynı kongrede, “kültürel topluma uygun” yani Türklük ifadesinin yer almayacağı yani Kürtlüğü de zımni olarak kapsayan/kabul eden yeni bir anayasanın çıkartılması gerektiği kararı alınıyordu.

Sivil anayasa yolda, bir sene içinde bunun da aynen gerçekleştiğini göreceğiz. Zaten “sivil anayasının” içeriği ile ilgili “Türklük ifadesinin” yuvarlatılacağı bilgisi televizyonlarda ve diğer basın-yayın organlarında şimdiden tartışılıır oldu. Böylelikle toplumun nabzı yoklanmakta, toplum belirli kavramlara yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Karşımıza sivil anayasa olarak, az buçuk neyin çıkacağı da zaten bellidir.

8. kongrede anadilde eğitim ve anadilin (Kürtçenin) bölgede yaygın kılınması kararı da alınmıştı. Anayasal dayanağı olmayan TRT-6 hükümet eliyle kuruldu. Devlet memuru olarak hizmet veren kamu görevlisi imamlar, müftüler bölgede Kürtçe hizmet vermeye başladılar, Kürtçe hutbe okuyorlar, kandil günlerinde devlet televizyonu TRT bunu ekranlarından yayınlıyor. Anayasaya ve yasaya aykırı bir uygulama, ancak kanuna muhalefetten kimse yargılanmıyor!

Tabelaların Kürtçeleştirilmesi, yerleşim adlarının Kürtçeleştirilmesi ve buna yetkili devlet organlarının, İçişleri Bakanlığı'nın ve Danıştay'ın müdahale etmemesi de, PKK'nın hedefine doğru emin adımlarla ne yazık ki yürüdüğüne dayanak oluşturan gelişmelerden.

* * *

Devleti suçlamamak gerekiyor. Sistemin, bizzat İsrail ve ABD'nin projesinin bir parçası, planı olan “Türkiye'deki üniter yapının yıkılması ve çok kimlikli zayıf bir devlet yönetiminin kurulması” fikrini bugün TÜSİAD üyeleri de, yani devletin ihracatının %80'ini gerçekleştiren, verginin (dolaylı vergileri görmezden gelirsek) büyük kısmını ödeyen, medya gücüyle toplumu yönlendirebilen Efendi patronlar da bu fikri savunuyorlar.

İçlerinde İbrani ve Sabetayist olmayan üye sayısı bir elin parmaklarını geçemeyecek durumda olan bu zenginlerimiz, artık Federal Türkiye'den, Irak sınırları içinde kurulmuş Kürdistan Özerk Yönetimiyle yakın ilişki içinde olan bir Türkiye'den (Barzani, Yahudi inanca sahip bir ailedir/aşirettir; konu hk. http://www.odatv.com/n.php?n=barzaniler-ve-israil-2803101200) ve İsrail projesine entegre bir Türkiye'den yanadırlar!

Çünkü kurulması için taraftarı oldukları bu yeni Türkiye'de, Lorenz eğrisi 1'e daha da yakın olacaktır (gelir dağılım eğrisi son derece adaletsizdir), zenginlikler toplumu yayılmış değil, belli başlı kişilerin/ailelerin/cemaatlerin elinde toplanacaktır, paraya para eklenecektir.

Yıllar yılı laik ve üniter rejimden yana siyaset sürdüren yada öyle sandığımız bu zenginlerimiz/patronlarımız, bugün Fethullah Gülen ile de, İsrail-ABD'nin başını çektiği Sistem ile de ittifak içindedir. Savaşarak değil, ittifak ederek, müttefiklik kurarak zenginleşme, daha da zenginleşme yolunu tutmuşlardır.

Ümit Boyner, Osman Baydemir ile el ele halay çekmiştir. O gün o buluşmada söylenenler bir kitap konusudur ancak halay fotoğrafı bile durumu bize açıklamak için, gerçekleri görmek için yeterlidir. Ümit Boyner ile Osman Baydemir, aynı eksen etrafında dönmektedir!

Ümit Boyner'in kocası Cem Boyner de geçen ay yapılan TÜSİAD'ın yeni anayasa raporunu açıkladığı toplantıda “Bireyin özgürlüğünün, ülkenin bölünmesinden daha önemli olduğu”na yönelik açıklamalarda bulunmuştur.

Türk Musevi toplumunun önde gelen isimlerinden, İsrail'den bir devlet büyüğü Türkiye'ye geldiği zaman bizzat evinde yatılı misafir edebilen ve gelen İsrailli bakanları/devlet başkanlarını evinde yemekte ağırlayabilen, çok güçlü isimlerden İshak Alaton'un açıklamaları da çarpıcıdır. Leyla Zana'ya “kızım” demektedir. “Seçimlerden sonra Abdullah Öcalan cezaevinden çıkarılarak ev hapsine götürülecektir” demiştir. “Ayrılmak isteyip istemeklerini bölge insanına sormak lazım” demiştir.


Pasifleşen Devlet ve Aktifleşen Terör

Fotoğraf budur. Artık açık açık müttefik kuvvetleri görebiliyoruz. TUSIAD ve Efendi Patronlar, BDP, ABD-Israil, İleri demokrasi hayranı(!) batının manevi ajanı aydınlar ve Medya”...

Ülkeyi birleştirmesi bütüncül bir biçimde yönetmesi gereken Başbakan Tayyip Erdoğa'ın bile ülkeyi ayırdığını, taraflara böldüğünü görüyoruz, “Taksim'de bin kişiyi, iki bin genci yürütmek problem değil. Onlar YGS sınavının karşısında tavır ortaya koyduklarını açıklarken, e biz de kalkarız onların karşısına beş bin on bin tane genci koyarız.” (http://www.youtube.com/watch?v=ecbwfndVedc)


Devlet artık PKK'lı bölücülerin ve onun sözcülerinin söylemlerine, isyan provalarına ve iç savaş çığırtkanlıklarına karşı caydırıcı ve etkin önlem almamaktadır. Hergün bir yenisi basın-yayın aracılığıyla, 70 milyonun gözünün içine baka baka devleti tehdit edebilmektedir. Yalnızca bir belediye başkanı olan Osman Baydemir bile, hükümete küfredebilmiştir.

Taksim'deki meşhur Atatürk anıtına teröristler çıkmış ve Atatürk heykelinin tepesine çıkarak heykelin başına sözde PKK bayrağını ve BDP flaması geçirebilmiştir. Polis ise rezaleti seyretmiştir. Polisin elini kolunu, hükümet bağlamaktadır. İşte adım adım bu şekilde, devlet kaybolmaktadır. ( http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=49798 ve http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=49845 )

Bu çağda, bu teknolojiye ve istihbarat ağına rağmen, herkesin telefonu müzik dinler gibi rahatlıkla dinlenebilirken, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı'nın konvoyuna bile PKK'lı teröristler saldırı düzenleyebilmiştir. Bu saldırı, PKK'ya ve bölünmek isteyen BDP Kürtlerine ileri düzeyde moral sağlamıştır, bunu görebiliyoruz. Türkiye seçimlerden sonra nereye gidecektir? (Konu ile ilgili yazım için bakınız: http://tevfikbir.blogspot.com/2009/11/2011-turkiye-ic-savas.html )

Şehit Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar OKKAN zamanındaki Diyarbakır ile bugünün artık neredeyse “kurtarılmış bölge” ilan edilecek düzeye getirilen Diyarbakır'ı arasında bir alaka kalmamıştır. Bunun nedeni iktidar zaafiyetidir.

Habur Olayları'nı ilk gün Başbakan Tayyip Erdoğan şöyle değerlendirmişti, “Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye'de iyi güzel şeyler, umut verici gelişmeler oluyor. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Bu Tayyip Erdoğan'ın samimi ve gerçek düşünceleri idi, olaylar karşısındaki ilk yorumuydu, açıklamasıydı. Ancak toplumun genelinde Habur Olayları'na karşı şiddetli bir tepki doğunca, Başbakan Tayyip Erdoğan ani bir dönüşle tavrını değiştirdi. Gördüğü manzara aynı, ancak halkın tepkisinden önce ve tepkisinden sonraki açıklamaları farklı! Türkçe'de böyle durumlar için bir deyim kullanılır “Nabza göre şerbet vermek”.

Siz siz olun, halkın nabzına şerbet vermek yerine, ona güven ve devlete güç verin.

TEVFiK BiR / 07.Mayıs.2011



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.