23 Ocak 2010 Cumartesi

Susturma Projesi


Susturma Projesi


Bir gazete düşünün ki aklına geleni, yalanı yanlışı, iftirayı, en ağır iftirayı, kuru iftirayı, bal gibi kuru iftirayı; istediği zaman, istediği gibi, Yeniçağ, Cumhuriyet civarı tirajla ama milyonluk ilgiyle topluma pompalıyor.

Çamur atıyor, balçıkla sıvıyor, “dalga” geçiyor, 9 köyden kovulası değerleri “demokrasi ve ülke düşmanları” diye tanıtıyor.

Şimdi de bir şey yumurtladı bu gazete. Balyoz Darbe Planı. Şeytan diyor al kafasına geçir planını. Bir zamanlar bir balyoz Başbakan Erdoğan'ı bayıldığı makam aracından kurtarmıştı, şimdi ise balyoz onu bitirecekmiş..!

Bu saçmalıklar serisinde bir de, sözde Balyoz cuntacıları açısından “yararlı” ve “zararlı" gazeteciler listesi oluşturulmuş.

Vay, vay, vay, vay...

İsimlere bakıyoruz. 2003-2006 yıllarının planıymış ya, o yıllarda yazarlık yapan Yeniçağ Gazetesi'nin çok okunan yazarları neredeyse tam kadro listede. Ayrıca Uğur Dündar'lar, Yalçın Bayer'ler, Soner Yalçın'lar, Emin Çölaşan'lar, rahmetli Gündüz Aktan'lar ve bilmem ne kadar AKP'nin açıklarını, yanlışlarını ifşa eden isimler, isimler...

Yıllar önce bir çivici seri katil vardı, milleti çakıp duruyordu. Listenin bu isimleri de sanki bir seri “balyozcu demokrasi katilleri” adayları gibi topluma sunulmuş. Bir korku listesi.

Bunun arkasında bir şeyler olduğu belli. Daha Ergenekon projesi ABD'de sn. Erdoğan ve çok sn. Bush arasında verilen kararla “start” almadan önce; “keşke şu ulusalcılardan bir şekilde kurtulabilsek” naraları atan “ulusalcılığı” çok büyük tehdit olarak gören, gösteren Fetullah'ın örtülü olarak desteklediği artık her yerde yazılan Taraf Gazetesi bu listeyle mesaj mı veriyor dersiniz?

Listedeki isimlerden bir kısmı Silivri'de, dışarıdakiler ise genelde “Sivri” de. Korkmadan, yılmadan doğru bildikleri, gerçekleri toplumu uyandırmak adına en sivri dilleriyle yazıyorlar. Bizlere gerçekleri iğne gibi batırıyorlar, gerçekler biraz acıtsın da gözlerimiz açılsın diye.

Ama aba altındaki sopa listemiz “Biz sizleri biliyoruz, sizler çok yazıp, konuşuyorsunuz” der gibi yada daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın “Siz köşe yazarları ne kadar az yazarsınız, ülke o kadar huzur bulur” dediği gibi artık yazmasınlar, sussunlar mı isteniyor?

Kafam da bir ampul yandı ve bu Balyoz Planı şimdi gerçekten demokrasiye sıkılacak kurşun gibi gözüktü gözüme. Haklılarmış meğer. Gelecek yeni Hergelekon dalgalarının habercisi herhalde. Zaten bu gazete hep “dalga haberler” yapıyor ya. “Ya susacaksınız, ya susturacağız” diyor derinden (!)

Ee, öyle bir ülke olduk artık. Bu ülkede “Ya sivri diller susacak, ya o diller kesilecek”.


TEVFiK BiR / 23.Ocak.2010

 

20 Ocak 2010 Çarşamba

Yahudi - Sabetayist Güç Çatışması




Yahudi – Sabetayist Güç Çatışması



Türkiye'de bir garip olaylar oluyor. “Bir garip olay” dediysem sözün gelişi, yoksa bir tane değil. Sanki hiç bitmeyecek bir sürekli dizi gibi, oyun gibi. 

İnsan heyecanla bir sonraki bölümde “acaba ne olacak” diye sabırsızlanmaktan kendini alamıyor. 
 
Bu oyunun iki tarafı var. İyiler ve kötüler gibi bir ayrımı ben yapamayacağım. Toplum bunu zaten her gün her dakika yapıyor, birileri de kamplaşma adına bu söylemleri pompalıyor.

Ben burada, daha önce hiç kimse tarafından tespit edilmemiş, edilse bile dile getirilmemiş, hiçbir yerde söylenmemiş bir gerçeği dile getireceğim.

Bugün Türkiye'nin bu şiddetli geriliminin ve kutuplaşmasının arkasında, bu iki büyük gücün çarpışması yatmaktadır. Bu iki güçten birisi Yahudi Güç, karşıtı ise Sabetayist Güç'tür (yazıda Güç kelimesi özel anlamlar atfedilerek, özel isim olarak kullanılmaktadır).

Peki Yahudi Güç'ten kasıt ne anlamalıyız? Elbette Yahudi sermayesini (Çok Uluslu Sermaye gücünü), Yahudi lobi ve aktörlerin yönetimindeki Washington'ı ve dünyayı yöneten büyük gücü yani Sistem'i görmeliyiz (CFR, Bilderberg, Trilateral...).

Sabetayist güçten anlamamız gereken ise, Türkiye'de neredeyse her alanda büyük koltuklarda oturan görünüş itibariyle Müslüman zannettiğimiz ve fakat gerçek kimlikleri kendi aralarında ve artık bazı gözlemciler tarafından da bilinen, Osmanlı vatandaşı İzmirli Sabetay Sevi'nin bir tür Yahudilik tarikatı-cemaati üyeleridir.

Birisi Yahudilik ötekisi Yahudiliğin kendine göre kısmen bozulmuş İslami öğelerle kısmen karışmış, Kabbala mistisizmine bulaşmış bir tarikatı olduğuna göre, temelde ikisi de aynı dinde, Yahudilik'te birleştiğine göre bunlar neden Türkiye üzerinde birbirleri ile çatışmaktadırlar. Temel sorumuz bu olacaktır.

* * *

İlk olarak Yahudi Gücü'ne bakalım. Bu Güç'ün Türkiye'deki etkinliğini Yahudi Çok Uluslu Sermayesi, Uluslararası Yahudi Lobisi, Türk Yahudileri, Washington'ın bizzat kendisi ve Washington'ın Türkiye'deki manevi ajanları oluşturur. İstisnai olarak bir-iki Sabetayist Güçlü aile de, bu Yahudi Gücü'nün yanında yer almaktadır.

Yahudi Gücü'nün üyelerine baktığımızda, bunlar geleneksel olarak tipik bir biçimde Osmanlı'yı tutarlar, ayrı bir sevgi beslerler. Cumhuriyet onlar için Osmanlı'nın gölgesindedir.
İspanya'dan gemilerle vs. kaçabilen Yahudiler'in ciddi kısmını Osmanlı himaye etmiştir. Kudüs'te Osmalı'nın muazzam bir yönetimi ve kalitesi vardır. Yahudi'ler dünyanın her yerinde olduğu gibi Osmanlı döneminde de çalışmışlar ve sermaye biriktirmişlerdir. Yahudiler'e yönelik hiçbir zaman dışlama politikası güdülmemiştir. Rahatça okullar kurmuşlardır ve tabalarını eğitmişlerdir. Yahudiler ve Müslümanlar birbirleri arasında, Yahudi-Hıristiyan ve Müslüman-Hıristiyan ilişkilerine göre daha iyi ilişkiler kurmuştur.

Bugün de Yahudi Gücü'nün empoze ettiği ve bunu “kendi projeleri” zanneden Müslümanlar'ın Yeni-Osmanlıcılık faaliyeti de Yahudi Gücü'nün projelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten bu, Yahudi Gücü'nün geleneksel Osmanlıcı görüşüne de aykırı değildir.

Sabetayist Güç'e baktığımız vakit, tam tersi bir anlayış mevcuttur. Sabetay Sevi'nin Mesihlik iddiasını “gayrimüslim kışkırma potansiyeli” olarak gören ve Sabetay Sevi'yi türlü defalar cezalandıran Osmanlı'nın Sabetay Sevi'ye, Mesihliğini yaymasında engel ve hayatını acılar içinde yaşamasına neden olmak suçlamasıyla Sabetayistler tarafından sevilmediği bilinir.

Sabetayistler, Mesih olarak inandıkları Sabetay Sevi'nin hayatını ve söylemlerini önemle takip eder ve ona güçlü bir inanç duyarlar. Sabetayistler'e göre İsrail; aynen, İsrail'de yaşamlarını sürdüren ve bugün küresel medya organlarınca “radikal Yahudi” olarak isimlendirilen Yahudiler gibi, İsrail'in Mesih tarafından kurulmaması aksine BM-İngiltere gibi güçlerin önderliğinde Sistem tarafından kurulması nedeniyle, “kutsal-ilahi statüde kurulmaması” nedeniyle, İsrail halkına müjdelenen devlet değildir. Aksine onun sahte olarak addedilir, sevilmez. Bu unsur Yahudi – Sabetayist ayrılığında önemli bir unsurdur.

Ayrıca Türkiye Hahambaşılığı ve Kudüs hahamlarının büyük çoğunluğu tarihin hiçbir döneminde Sabetay Sevi'yi Mesih olarak görmemiş, onun iddialarını kabul etmemiştir. Türkiye Hahambaşılığı, Sevi hakkında “ölüm” kararı dahi çıkarmıştır. Bu da Sabetayistler'in, Sabetayist olmayan Yahudiler'e karşı tepki-öfke duymasına ve bunun asırlar sonra bugün dahi devam etmesine yol açmıştır.

* * *

Bugüne baktığımızda, Güç'le paralel yürüyen ve hatta gücü getiren alanlarda, işlerde, mesleklerde Müslümanlarla yarışacak hatta onları sollayacak düzeyde Sabetayistler'in varlığını görüyoruz. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, okumuş adam bulma sorunu nedeniyle Yahudiler ve onlardan daha çok müslüman görünümlü Sabetayistler'in kadrolarda yer aldığını biliyoruz. Güçleri bunlardan da öte gizli, menfaat içerikli ve korunaklı cemiyet-cemaat yapılarından kaynaklanır.

Sabetayistler yukarıda açıkladığım ve başka bazı tarihsel, dinsel tabanlı nedenlerle laiklik yanlısı politika izlerler. Osmanlıcı değil Atatürk Cumhuriyeti'nden yanadırlar.

Resmi kurumlarda ve elbette yasama-yürütme-yargı erklerinin kadrolarında atanmış ve seçilmiş bir kişi olarak Yahudi-Musevi birini göremezsiniz (bir iki istisna dışında). Ancak Sabetayist'ler, Müslüman görünümlerinin avantajıyla ve cumhuriyetin kuruluş aşamasındaki zorunluluklar nedeniyle iyi yerlerde görev yüklenmişler, selefler olarak bugünkü haleflerin temelini oluşturmuşlardır. Kimliklerinin gizliliği sayesinde dikkatlerden ve eleştirilerden uzaktırlar.

Bir Türk vatandaşının Sabetayist olması yada Yahudi olması, onun sırf bu inancı yüzünden tehdit olarak algılanmasını gerektirmez. Bu yazının amacı, Türkiye'de yaşanan gerilimin ve kaynaklarının gözlemi ve analizidir. Fotoğrafın okunmasıdır.

Sabetayist kökenli-inançlı iş dünyasının patronlarını, büyük Türk sermaye sahiplerini bu ayrım dahilinde biraz farklı tutmak gerekir. İş dünyası, hele ki küresel sistem içerisinde, çıkarları doğrultusunda Sistem'in Gücü'nün düzenine uymakta; CFR, Bilderberg gibi Sistem kuruluşlarına biatlerini sergilemektedir. Bunlar tam aksine Yahudi çevrelerle sıkı ilişki içindedir. Washington'ın dümenine uygun rotada seyir izlemektedir.

Sabetayist iş insanlarının, patronların bu küresel güç ilişkilerine rağmen hiçbir zaman Osmanlıcı olarak nitelenebilecek (Washington ve Yahudi destekli olsa bile) siyasi vs. aktörle “yıldızlarının” barışmadığı açıktır. Çünkü Sabetayistler bir iki istisna dışında sıkı laiktir, bu konuda taviz vermezler.

Aile kavramını, sıradan sokaktaki aile olarak değil de “Güç sahibi aile” olarak okuyarak; Yahudi aileler muhafazakar Müslüman ailelerle yakın ilişkiler kurabilirken, Sabetayist aileler muhafazakar ailelerle değil laik-Atatürkçü (sözde yada özde) daha yakın ilişkiler içine girmekte olduğunu görmekteyiz.

Esasında bu çok ilginçtir. Muhafazakar görüşlü ve Osmanlı hatırası konusunda hassas Müslüman bir aile ile laik, cumhuriyetçi ve Atatürkçü görüşlü aileler birbirleriyle dost görüşmesi yapamaz, ticari-siyasi ilişkiler pek de kurmaz iken, bunlar sırasıyla Yahudi ve Sabetayist ailelerle daha rahat görüşmekte ve ilişki kurabilmektedir. İstisnaları elbette vardır. Hem de o istisnalar bazen gözümüzün önünde bir yıldız gibi parlamaktadır.

İşte bu Yahudi – Sabetayist ayrılığı, daha doğrusu CFR-Bilderberg eksenindeki Yahudi Güç ve Sabetayist Güç ile bu eksende olmayan gerçek Sabetayist Güç'ün ayrılığı; Türkiye'nin içinde bulunduğu, her alanda her düzeyde yürüyen elektriklenmenin, kutuplaşmanın, çatışmanın, ayrışmanın nedenidir. Bugün Türkiye'de, Yahudi Güç ve gerçek Sabetayist Güç ekseninde büyük bir satranç oyunu ve savaş mevcuttur.

Çünkü bugün, cumhuriyetin hiçbir döneminde olmadığı kadar Yahudi Güç aktif olmaya çalışmakta, plan projelerini uygulatmaya çalışmaktadır. Bu Yahudi Güç, Türkiye bazında değil, coğrafya bazında harekete geçtiği ve harekatlara giriştiği için, adeta bir terzi gibi Türkiye'ye muazzam kıyafetler, gömlekler biçmekte, bunların yerel ve bölgesel düzeyde provalarını uygulamaktadır.

Türkiye eğer sorunun anlattığım bu yönünü görür de, bu çerçevede çatışmayı önleyecek önlemler alırsa, bu yüksek ateş soğuyacaktır. Tabi bunun için Türkiye'nin çabasından başka, Sistem'in projelerini de kendi aleyhine değiştirmesi gerekecektir. Bu da pek mümkün görünmemektedir.


TEVFiK BiR / 20.Ocak.2010



14 Ocak 2010 Perşembe

Fetullah'ın Gerçek Yüzü


Fetullah'ın Gerçek Yüzü



Türkiye'yi parçalamaya ve parçalarını ABD'ye bağlamaya çalışan, arkasında küresel Sistem, elinde 100 milyar Dolar sermaye, siyasal arenada legal birkaç partiye sahip olan, bölücü örgüt kadar tehlikeli ve daha organize ve hatta daha kamufle bir örgütten söz etmek istiyorum. Burada Işık, Nur Tarikatı adı altında, halka yutturulan “ayrı bir dinden” söz ediyorum. Gelin bu örgütü birlikte inceleyelim.

Fetullah Gülen 1938 yılında Erzurum Pasinler İlçesi, Korucuk Köyünde doğdu. Babası Ramiz Hoca cami imamı, annesi Rabia ise ev hanımıdır. 6 erkek, 2 kız kardeşi vardır. Edirne'de 4 yıl vaizlik yaptı. Askerliğini Ankara Mamak ve İskenderun da tamamladı. Daha sonra Kırklareli'nde 1 yıl vaizlik yaptı. 1966 yılında İzmir'e vaiz olarak atandı. 1971 yılında geçirdiği kovuşturmadan, çıkan af kanunu ile kurtuldu. 

31.01.1986 yılında İzmir Nüfus Müdürlüğü’nden değişme sebebi ile aldığı 3881 kayıt nolu kimliğinde ismi “Fetullah” olarak geçmektedir. Yani kendisinin ifade ettiği gibi ve pek çok yazıda geçtiği gibi “Fethullah” değildir. Babası için “Sahabeleri cinnet derecesinde seviyordu” demesine rağmen babası tek bir çocuğuna bile sahabeden isim koymamış, aksine müslümanlarda rastlanmayan “Mesih” ismini koymuştur! Fetullah'ın babasının diğer bir oğluna koyduğu isim ise 1913 yılında Bitlis’te Kürt ayaklanmasını gerçekleştiren Şeyh Şihabettin ile Seyyid Ali’nin dedeleri Arvasilerden Sıbgatullah'tır. Ne tesadüftür ki, Fetullah'ın dedeleri Bitlis'in Ahlat bölgesinden kovulmuşlardır(!)

Fetullah Gülen Küçük Dünyam adlı kitabında “Bir kış içerisinde hafızlığımı tamamladım. Hafızlığımı tamamladıktan sonra da talim ve tecvit okumak üzere oturduğumuz...” Ne büyük yalandır. Konunun uzmanlarına göre, talim ve tecvit hafızlıktan sonra değil önce öğrenilen iki ilimdir. Talim, Arapça harflerin nereden çıktığını gösteren bir ders iken; Tecvit, harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle Kur’an-ı Kerim’i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir. Emsile ve Bina ilmi, Talim ve Tecvit ilminden sonra öğrenilmesi gerekirken, Fetullah bu ilimleri bu Talim ve Tecvit'ten önce öğrenmiştir. Ona bu hataları yaptıran yani güya hafızlıktan sonra bu ilimleri kendisine öğreten, Fetullah’ın evliya gibi gördüğü “imam babasıdır”.

1959 yılında vaizlik sınavına giren Fetullah Gülen, Diyanet İşleri Başkanlığının Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyetinin 196 sayılı belgesine göre; Ayet-i Kerime'den zorlanarak ancak 6 alabiliyor, Kelam'da ise daha da kötüsü ancak 5 alabiliyordu. 1966 yılında asaletinin tasdik edilmesi için kendisinden bir risale istenir. Her türlü kaynaktan yararlanması ve konuların uzmanlarına danışması serbesttir. Fetullah Risalesini hazırlar ancak Risalesi baştan sona hatalarla doludur. Allah’ın sıfatlarını bile eksik ve yanlış yazmıştır. 4 yaşında hafız olduğunu ve kimi yerde 3 kimi yerde 4 kimi yerde de 5 yaşında namaza başladığını büyük bir övünçle anlatan Fetullah Gülen, Risalesinden geçerli not alamaz. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı 20 Mayıs 1966 yılında 27559 sayılı bir yazıyla ikinci bir risaleyi daha istemek zorunda kalır. Her yerde Diyanetten emekli olduğunu vurgularan F. Gülen 16.03.1990 tarihli hizmet belgesinde yer alan bilgilere göre 20.03.1981 yılında istifa etmiştir.

* * *

Aksiyon Dergisinin 6-12 haziran 1998 sayılı nüshasında kendi ağzından ” Allah aşkına ve lütfen bu raporu ibraz etsinler“ şeklindeki açıklamayla Psikiyatri Kliniğinden aldığı raporu inkar ediyordu. Rapor : Eyüp Hükümet Tabipliği, 27.02.1981 tarihinde Gülende gördüğü psikolojik bozukluklar üzerine kendini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği'ne sevk etmiştir. Burada Uzman Doktor Müfit Uğur ekibi ile birlikte Gülen’in şikayetleri doğrultusunda kendisine “Reaktif Ankisiyete Hali” teşhisini koymuş, 20 gün istirahat vererek ilaçlarını düzenli olarak kullanmasını ve tedavisini aksatmamasını istemiştir. Gülen’in hastalığının Türkçesi “Sürekli olarak tekrarlayan korku”dur. Burada amacımız, hastalıkta ve tedavisi de insanlar içindir, asla küçümsemek değildir. Fetullah Gülen'in kişiliğini ve dünyasını anlamaya çalışmaktır.

Fetullah Gülen Küçük Dünyam adlı kitabında ailesinin iki taraftan da “Seyit” olduğunu iddia ediyor. Sonra kitabında böyle bir şey yazdığını unutmuş olacak ki Nevval Sevindi'nin 1997 basımı “Fetullah Gülenle New York Sohbeti” adlı kitabın 23. sayfasında ailesinin iki taraftanda Şerif olduğunu söylüyor. Nevval Sevindi nin kaleminden F. Gülen, soy ağacı olarak bir yandan Kürt kökenli Selahattin Eyyubi’ye, diğer yandan Hz Ali’ ye dayanıyor” iddiasıyla Şerifliği de sahipleniyor.

* * *

Fetullah Gülen, önce Abdulfettah Şahin daha sonra M. Fetullah Gülen adıyla yazdığı ve T.Ö.V yayınlarından çıkan ve pırlanta kitap serisi olarak sınıflandıran, “Ölçü ve yoldaki Işıklar” adlı kitabında kadınları üç gruba ayırıyordu:

“Üç çeşit kadın vardır. Sokak kadını, zevk kadını, ev ve hizmet kadını. Hafif meşrep sokak kadını çamura düşmüş bir cevhere benzer. Zevk kadını gözbağcı iblislere... Ev ve hizmet kadını ise sonsuzluk soluklayan cennet hurilerine...”.

Fetullah Gülen, kadınları bu şekilde sınıflandırırken, ikinci dirilişi gerçekleştirmek amacıyla faaliyet gösteren ışık evlerinde kalan gençlere sabah namazından sonra, elleri aşağıya doğru çevrilerek, şu dua yaptırılıyordu: “Allahümme ecirna min şerri nisa, Allahümme ecirna min belain nisa, Allahümme ecirna min fitnetin nisa.” Yani Türkçeleştirirsek; “Allahım kadınların şerrinden, Allahım kadınların belasından, Allahım kadınların fitnesinden bizi koru ve esirge.” Fetullah, gerek dini düşüncelerinden gerekse prensiplerinden dolayı kadınlarla muhatap olmuyordu. Hatta bu durumu kendisi Küçük Dünyam adlı kitabının 111. sayfasında şu sözlerle anlatır: “Bu arada İmam Hatip Okulunun yapımına başlandı. Taban döşemelerini toplamaya Ali Rıza Güven Beyle ikimiz gittik. İstemediğim halde bir kadınla da muhatap olmak zorunda kalmıştık...”

Hz. Muhammed'in öve öve göklere çıkardığı sahabelerinden ancak 10’una cenneti müjdeleyebiliyorken, Fetullah Gülen arkasındaki tüm cemaatine bu müjdeyi verebiliyor! Fetullah Gülen kimdir? Mürşit mi, Müçtehit mi yani din yenileyicisi mi yoksa yeni bir dinin peygamberi mi? Fetullah Gülen, 25.Ocak.1995 tarihinde Sabah Gazetesi'nden Nuriye Akman ile yapmış olduğu söyleşide bir rüyasından (!) bahsediyor, haşa sanki Allah’ ın Özel Kalem Müdürü edasıyla cemaatına top yekün cenneti müjdeliyor “Ben cehennemin önünde kollarımı açmış, sel gibi akan insanları durdurmaya çalışıyorum. Sonunda dayanamadım, kenara çekildim. Vallahi bu cemaatten hiç kimse onların içinde yoktu”. Gülen, bu rüyasını açıklarken haddini de aşarak Allah’ın insanlara adaletsizlik yaptığını da ima ediyor, Allah’ın cehenneme atılmak üzere yola çıkardığı insanların cehenneme atılmasına mani olamaya çalışıyor, bu arada yorgun düşmesinin ardından bir bakıyor ki, cehennemlikler arasında cemaatinden hiç kimse yok! Bir de bunu yeminle söylüyor!

* * *

Fetullah'ın “Küçük Dünyam” kitabında sık sık adı geçen Salih Özcan kimdir? Salih Özcan; MSP nin milletvekillerindendir. Rabıtanın Türkiye temsilcisidir. Rabıta'yı küresel Sistem kurdurtmuştur. Dünyaya sözde Şeriat (ki bu şeriat Kur'an şeriati değil dinciliktir) düzenini yaymak için kurulmuş, merkezi İngiliz Suudi Arabistan'da bulunan bir örgüttür ve arkasında Amerikan petrol şirketi Aramco vardır. Rabıta dünya ülkelerine dincilik düzenini yaymak için her yıl tonlarca altın ve milyarlarca dolar harcar. Bizim bazı aklı evveller ise Amerikalara kadar gidip Clinton hazretleri(!) ile baş başa kaldıktan sonra “Beni desteklemezseniz şeriat gelir” gibi vecizeler yumurtlamıştır. Sanki Türkiye'ye dinci (dindar değil dinci, bu farklılıklara dikkat edelim) yönetimin gelmesi Amerikan çıkarlarına tersmiş gibi. Amerika'nın “Laiklik bizi ilgilendirmiyor” şeklindeki açıklamaları ile bu konudaki tavrını zaten ortaya koymuştur. Çünkü kucağına oturttuğu uysal yönetimler incelenecek olursa, Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi dinci Devletlerdir.

* * *

Yazıma, Fethullah'ın Gerçek Yüzü adlı kitaptan bir alıntı yaparak devam etmek istiyorum “1922 yılında, Mustafa Kemal Atatürk, Konya'ya yaptığı ziyarette bir medreseye gittiğinde, orada bulunan bir molla, medreselerin sayısının artırılmasını ve medrese öğrencilerinin askere alınmamasını rica eder. Bunun üzerine kendini tutamayan Atatürk, özellikle bu askere alma düşüncesine karşı olan mollaya kesin bir ifadeyle şöyle cevap verir:
"Ne o, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada, genç sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz! Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim..."
 
Atatürk'ün bu yanıtı karşısında yüzleri kızaran mollalar ona hiçbir şey söyleyemezler. Zaten Atatürk de onlara bir şey deme fırsatı bırakmadan "burada yapacak işimiz kalmadı" diyerek ayrılır. Medreseden ayrıldıktan sonra, yanındaki Sovyet Rusya elçisi Aralov'a otomobilde şu açıklamayıyapar "Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, neredeyse üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar".

Atatürk, Aralov'a medreseler hakkında bilgiler vererek, Anadolu topraklarında halen delikanlıları askerden kaçıran onyedibin medrese bulunduğunu söyler. Atatürk, bu ülkeyi mollaların dualarının değil, Anadolu halkının dua ve çabalarının ve Türk askerinin dökülen kanının kurtardığını başka vesileler ile başka yerlerde de dile getirir. Buna karşılık bu dinci molla takımı, ülkenin dört bir tarafı işgal altında iken, askeri gücün oluşmasını engellemeye çalışmaktadır. Ki, bu zihniyet ne yazık ki hiçbir zaman değişmemiştir!
Nitekim, Kürt Said de Konya'da Atatürk'e ricada bulunan molladan farklı düşünmemekte, gençleri askerden kurtarma konusunda, Nur Risaleleri'nin bir parçasını teşkil eden Lem'alar Risalesi'nde şöyle demektedir "Risale-i Nur öyle değerli bir kitaptır ki, Kur'an'ın onda yansıyan nurlarına hizmet etmek, askerlikten ve kutsal savaştan bile üstündür. Benim elimde fırsat ve param olsa, Risale-i Nur hizmetinde olan değerli kardeşlerimi askerlikten kurtarmak için; bin lira karşılığında bile olsa bedeli; öder ve kurtarırım onları..."
Bu yazılara, T.C. İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı’nın raporunu ekleyelim. Jandarma Genel Komutanlığının Hizbullah Terör Örgütü ve Diğer İrticai Faaliyetler adlı raporunda, Fethullah Gülen'le ilgili bir bölüm aşağıya aynen alınmıştır:

"Unutmamalı ki F. Gülen'in nihai hedefi ve rüyası, Türkiye liderliğinde İslam Birliği ve Tanrı'nın sözünü topluma egemen olmasını sağlamaktır. Şifre, kendisinin ifadesi ile üç kademelidir. İman, hayat, iktidar. Said Nursi onlara göre imani dirilmeyi sağlamıştır. İçinde bulunulan safha ise imanı hayata geçirme ve yaşama safhasıdır. 'Altın Nesil' de iktidarı sağlayacaktır. Cemaatin tüm çabası Türkiye'deki siyasal ve ekonomik güç dengesinde söz sahibi olmak ve ranta ortaklıktır. İnsanlara yaklaşılırken 'Liberal İslam' anlayışı ile hareket edilmekte ve İslam'ın siyasal yüzünü göstermekten çok, tüm insanları kucaklayan bir hoşgörü felsefesi olduğu lanse edilmektedir. Üniversiteleri hedef alan çalışmalarında cemaatin herhangi bir şekilde Türkiye'de laik demokratik düzeni bozmaya yönelik bir maksadının olmadığı bilakis Türk insanını eğitme hamlesi olduğu tezi işlenir. Bu maksatla Türk Cumhuriyetlerinde açtıkları okulların ve orada yetişen çocukların Türk kültürünü nasıl öğrendikleri konusunda hazırladıkları video kasetler kullanılır. Bu okullardaki gençlere rehberlik faaliyetleri adı altında cemaat öğretisinin verildiğinden hiç bahsedilmez.”

* * *

Konuyu biraz da örgütlenme ve cemaate adam kazandırma esasları çerçevesinde işleyelim.

Cemaat tek tip insan yetiştirme gayreti içindedir. Gerçi 1990'larda tahminlerin ötesinde büyüdüğü için bu amaç biraz sekteye uğramıştır. Hedef kitle; 6. sınıftan sonraki öğrencilerdir. Çünkü bir gencin en cahil olmakla beraber en idealist olduğu devir bu çağdır. Çocuğun aile durumu ve kişisel durumuna göre aylarca dinle ilgili hiçbir şey söylenmeyebilir. Yapılan şey, bu gençlere bir abi gibi davranmak, onlara derslerinde yardımcı olmak ve geleceğe ait planlarda yol göstermektir. Uygun ortam oluştuğunda cemaatin öğretisi verilmeye başlanır.

Genç, evinde ne kadar sorunluysa başarı oranı o kadar yüksektir. İlk hedef büyümedir. Bunun da yolu okulların etrafında örgütlenmeden geçer. Büyümenin iki yolu vardır: Okuyan gençler ve esnaf.

Gençler, cemaatın insan kaynağını; esnaf ve iş adamları ve yandaş belediyelerin legal görünümlü bursları ise lojistik ve para kaynağını oluşturur. F. Gülen'e göre cemaatin lokomotifi Anadolu insanı ve himmetidir. Hiçbir dış katkı yoktur.

2000'lere kadar cemaatin ana hedefi “eğitim” olduğu için hep öğretmen yetiştirmeye çalışmışlardır. Cemaat büyüdükçe bu gereksinim yerini diğerlerine bırakmış, bugün sanatçısından mühendisine kadar toplumun her kesimini yetiştirme gayreti içindedirler. 2000'lerden sonra önem merkezleri değişmiştir. Eğitimden daha çok önem atfedilen hukuk fakülteleri ile geleceğin “hakim-savcı-avukatları” ve kamu yönetimi-uluslararası ilişkiler bölümleriye “geleceğin kaymakam-vali, müfettiş, diplomat ve yöneticileri”ni ve de polis okulları ile geleceğin “polislerini-emniyet müdürlerini” yetiştirmektir.

Harp okullarına ve askeri liselere sokulacak çocuklar ise gizlilik içerisinde eğitilir. Bu çocuklar özel evlere giderler. Cemaat içindeki “sorumlular” dışında kimse bu evlerde ne yapıldığını bilmez. Çünkü Cemaatın örgütlenemediği, en azından subay rütbesi düzeyinde örgütlenemediği tek kurum Silahlı Kuvvetlerdir.

Örnek olarak İzmir Maltepe Askeri Lisesinden 3, Balıkesir Astsubay Okulundan 2 öğrencinin Işık evlerinde Nur eğitimi aldıkları, okulda dikkat çekmemek için abdest yerine teyemmüm etmeleri, namazı gözle kılmaları, oruç tutmamaları, konusunda talimat aldıkları okul bitene kadar kendilerinden bir şey beklenmediği tespit edilmiştir. Halbuki askeri giden herkes bilir ki, askerde ne oruç tutmak ne de boş saatler dahilinde gösterilen mekanlarda namaz kılmak yasak değildir. Ancak bu kişilerin amaçları asimetrik saldırganların iddialarındaki gibi “askere rağmen dini ibadetlerini yerine getirmek” değil Fetullah Gülen örgütünün elemanları olarak gerçekleştirilecek operasyonlar için içeriye yerleştirilmektir.

* * *

Eğitim, Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerindeki teşkilatlanmaları çok üst düzeydedir. Üniversiteye hazırlanan gençlerin kendi dershanelerine gitmelerini sağlamaya çalışırlar. Üniversiteye hazırlık dershaneleri en verimli çalışan örgüt birimleridir. Buralara büyük, insan kaynağı ve parasal destek yapılmıştır. FEM dershaneleri, İzmir'deki Akyazılı bunlara birer örnektir.

Dershane binaları çok fonksiyonludur. Buralarda örgüt toplantıları da yapılır. Ayrıca, F.Gülen'in ikamet ettiği yerlerden biri de Altunizade FEM dershanesidir. Burada kendisine tahsisli bir oda vardır. Gülen'in ABD'ye hicretinden sonra bu odanın akıbeti hakkında bilgi yoktur.

Ev ile hazırlık dershanesi ilişkisi çok önemlidir. Cemaatın 90'lı yıllarda çok güç kazanmış, 2000'li yıllarda ise artık ağırlık merkezine dönüşmüş bir diğer önemli organı da öğretim kurumlarıdır. Okullar yatılı olduklarından öğrencilere karşı daha etkili olmaktadır. Bu okul ve dershanelerdeki eğitim seviyesi, diğer okul ve dershanelerden daha yüksektir. Çünkü kadrolarında işi para için değil inandıkları için yapan bir çok gönüllü vardır. Özellikle Fen liselerindeki örgütlenmeleri çok önemlidir. En zeki çocukları yetiştiren bu okullar, cemaat için çok uygun bir genişleme sahası oluşturmaktadır.

Çocukların lise çağında hafta sonları gördükleri ilgi ve sıcak ev yemekleri bu çocukları cemaat elemanı yapmak için yeterlidir. Bahsedilen evlerin dışında üniversite öğrencilerine hitap eden evler de artık çok yaygındır. Bunlar üniversitelerde okuyan öğrencilere hizmet verir. Bu evlerin ilk amacı, cemaatın aktif elemanları yerine “sempatizanlarını” yaratmaktır. Çünkü Fethullahçılar bu cemaatin belli bir zaman sonra 'cemiyet-toplum' olacağını hesaplamaktadırlar.

Işık evlerine arada bir, daha üst seviyeden “abi”ler gelir ve cemaatin son durumu hakkında teşvik edici, yüreklendirici konuşmalarda bulunur. Monotonluğu yok etmek ve her cemaat elemanının yukarıyla olan temasını kuvvetlendirmek için bu önemlidir.

Üniversiteli Fetullahçı gençler bu teşkilatla birlikte belediyelerin ve cemaat vakıflarının verdikleri burslarla takviye edilir. Mezun olanları, bölümleri müsaitse, iyi yerlere yerleştirilir. Mülakatlerde yardımcı olunur.

* * *

Fethullah Gülen'i ve cemaati tanıtan kasetlerde ve verilen vaazlarda sık sık yinelenen temalar kısaca şunlardır:

Türk insanı son yüzyılda, yani Atatürk cumhuriyetiyle birlikte, İslamın özünden uzaklaşarak materyal ve ruhsal bağlamda geride kalmıştır. Tanrı inancından uzaklaşmak bu dünyada mutsuzluk ve tatminsizliği, öteki dünyada ise cehennem hayatını getirir. Türk insanını bu hatadan kurtarmak görevi ise yeryüzünde bu cemaatin omuzlarına Tanrı tarafından verilmiştir!

Harcadığınız her nefeste İslam dinine uygun yaşamalısınız (böyle denir ama kendilerinden olmayanlara karşı her şeyi reva görürler, aynen Yahudi inancında olduğu gibi).

Yaşamın amacı, dolaylı veya dolaysız Tanrı'ya hizmettir. Cemaatin dışında bir hayat cehennemdir. Ve cemaattan çıkan da bir daha iflah olmaz ve cehennemliktir.

* * *

Cemaatin muazzam bir hiyerarşik yapısı vardır ve Türkiye'de askerden sonra en iyi teşkilatlanmış örgüttür. 1990'lara kadar ana cemaat birimi: “Dershane” ve “Işık evleri denen, öğrencilerin ve “abi”lerinin kaldığı evlerdir. Cemaatin “iyi” elemanları hep buralarda yetişmektedir.

Her “dershane” ve “ev” bir bölgeye bağlıdır. Her ev hacmine göre 5-8 kişiden oluşur ve evlere kimlerin dağıtılacağını “Bölge İmamları” belirler. Ayrıca her evin bölge imamları tarafından tayin edilmiş bir imamı vardır. Ev imamları genellikle yaşça daha kıdemli insanlardır.

Evlerde ise hayat özetle şöyledir:

Evin birincil amacı “adam kazanmak” ve yeni kazanılan insanlara cemaat öğretisini empoze etmektir. Bu fonksiyonu yitiren evlerin kadrosu dağıtılır. İkincil amaç, evde kalanların kendilerini cemaat öğretisi paralelinde devamlı yetiştirmeleridir. Üçüncül amaç da barınacak bir yer tedarik etmektir. Evin her türlü gereksinimi cemaat tarafından karşılanır. Her evin sorumlu olduğu özel bir misyonu vardır. Ev sakinlerinin hizmet dışı sokakta dolaşması tasvip edilmez. Çünkü sokak günahlarla doludur.

* * *

Hedef kurum ve kuruluşlara bakarsak, F.Gülen'e göre askeriye, mülkiye-hukuk ve eğitim, teşkilatlanması gereken ilk üç kurumdur. Üst düzey bürokratlarla sıkı ilişkiler kurmak, içişleri ve polis teşkilatına sızmak cemaatin vizyonu içindedir.

Spor dünyasını bile ihmal etmeyen cemaat, özellikle Galatasaray Futbol Kulübü'nde bir dönem (Hakan Şükür bunun delilidir) etkin faaliyetleri ile biliniyor. Fetullahçı olduğu bilinen Yıldırım Demirören ile BJK'da da etkin olmaya çalıştıkları tahmin ediliyor. Bu küçük örnek cemaatin politika belirleyicilerinin vizyonlarının genişliği ve hedeflerinin derinliğini göstermektedir.

Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent gibi üniversitelerde örgütün fakülte düzeyinde yapılanması kuvvetli değildir. Fakat bu üniversitelerde asistan veya doktora çalışması yapan ve mezun cemaat mensupları mevcuttur.

YÖK ve MEB'in 5-6 sene önce hazırladığı proje ile yeni üniversitelerin kadro ihtiyacını karşılamak için yurt dışına binlerce öğrenci gönderilmiştir. Bir öğrencinin devlete maliyeti senede yaklaşık 40.000 Amerikan dolarıdır. Her fırsatı değerlendirmekte usta olan cemaat bu fırsatı da çok iyi kullanmıştır. Yurt dışına gönderilen öğrencilerin çoğunluğu bu cemaate mensuptur. Özel Üniversiteler bazında Fatih Üniversitesi onlarındır.

* * *

Gelir kaynakları ve sermaye gelişimi açısından, esnaflar üzerindeki örgütlenme özellikle 90'larda artmış, 2000'lerde en üst düzeye ulaşmıştır. Şu anda muazzam bir finansal güçleri vardır. 200 milyar dolara ulaşan dinci sermayenin en az % 50'sinin F.Gülen cemaatinin destekleyicilerine ait olduğu değerlendirilmektedir.

İlk zamanlarda esnaf teşkilatlandırılmamıştı. Bunların fonksiyonu cemaate parasal ve lojistik destek vermekti. Para toplama olayına “himmet” denir ve en büyük yardım da Ramazan ayında toplanır. Cemaatin üst bir elemanı gelir, duygusal bir konuşma yapar ve insanlar bir sonraki ramazan ayına kadar verilmek üzere para veya mal taahhüt ederler.

Yeni bir strateji ile esnaf biraraya getirilmiş ve 1996 yılında İstanbul'da İŞHAD (İş Hayatı Dayanışma Derneği) oluşturulmuştur. Bu dernek ile esnafın eğitimi ve biraraya gelmesi sağlanmıştır. Başta MÜSİAD olmak üzere, adı artık sayılamayacak kadar çok vakıf ve dernek (STÖ) bulunmakta, bunlar sosyal, kültürel ve iş hayatınının kontrolünü elinde tutmaya çalışmaktadır.

Türk Cumhuriyetlerinin iş potansiyelinde en büyük pay onlarındır. Anadolu Kaplanları denilen yerli girişimcilerin önemli kısmı Fethullahçıları destekler. Aralarında güçlü bir iş ortaklığı ve bilgi transferi vardır. Bu dayanışma dış ticarete de yansımıştır.

* * *

İbadet meseleleri de ilginçtir. Evlerde herkes gibi namazlarını kıldıktan sonra, muhakkak ya Nur Risaleleri ile Fethullah Gülen'in kaleme aldığı kitaplar okunur ya da kasetler dinlenir veya izlenir. Sabah, akşam, yatsı namazları bu çarpık ve alternatif ibadet için en uygun vakitlerdir.

* * *

Medyanın öneminin farkında olan cemaat, bu konuda hem basın yayın elemanı yetişmesini teşvik etmekte, hem de finansman sağlamaktadır. Zaman gazetesi, Vakit Gazetesi, Taraf Gazetesi, Samanyolu TV, Sızıntı, Yeni Ümit dergileri gibi 20'den fazla dergi ve 25'tan fazla radyo bu konudaki teşebbüslerindendir/sempatizanlarındandır. Neredeyse her ilde yerel yayın yapan kanalları da vardır. 
 
* * *

Cemaatin geleceğine bakalım biraz da. Türkiye'de silahlı kuvvetler ve gerçek cumhuriyetçi ve kurum kimliğini kaybetmeyen ciddi kurumlar olmasaydı, bugün hayalini kurdukları Dinci-Amerikancı devleti tesis etmiş olacaklardı. Şu anda Türkiye'de Fethullahçılar ile askerler arasında gizli bir satranç oynandığı iddia edilmektedir. Cemaatin askere bakışı bellidir. Askerliği her fırsatta övdükleri halde büyümeleri için önünde tek engelin de askerlik kurumu olduğunun farkındadırlar.

Yakın geçmişte Refah Partisi ile Fazilet Partisi'nin ve yandaşlarının uğradıkları akıbetten ders alarak uç davranmanın ciddi zararlar getirdiğini görmüş ve “hoşgörü” felsefe ve politikasını cemaatin amblemi olarak lanse etmişlerdir. Analiz ve araştırmadan uzak Türk halkı ve küçük burjuvazisi ise bu maskeye hemen inanmış ve çabuk verilmiş kararlarla “ılımlı İslam” olarak lanse edilen örgütü desteklemişlerdir. Ama örgütün diğer bütün dinci örgütlerden daha akıllı olduğunun ve kritik güce ulaşana kadar bu “hoşgörü” maskesini taktığının, bu yolla ülkeyi ABD ve küresel Sistemin dümenine bağladığının farkında değildir.

* * *

Yukarıdakilere istinaden, durumun vehametinin anlaşılmasını sağlayacak bilgilere devam etmek istiyorum. Said-i Kürdinin, Bitlis'in Nurs köyünde yaşadığı sırada soyadı kanunu çımıştır. Burada yaşaması dolayısıyla da, kendisi Nursi soyadını almıştır. Aslen kendisi Kürt'tür. Asıl adı da Saidi Kürdi’dir. Bediüzzaman Said-i Nursi denilmektedir. İdeolojisi başta halife padişahın olduğu Bitlis ve Anadolu merkezli bir sözde Kürt-İslam devleti kurmaktır. Said-i Kürdi, sadece Kürtlerin gidebileceği bir üniversite kurma planı (Van'da) hazırlamış; bunu 2. Abdülhamit'e sunmuştur. Dincilerin Atatürkle kıyasladığı padişah 2. Abdülhamit, Said-i Kürdi'yi önce tımarhaneye attırmış daha sonrada cezaevine postalamıştır. İşte bu Said-i Nursi'yi örnek alanlara “Nurcu” denir. Nur kelimesini Türkçe anlamıyla anımsarsak, Fetullah Gülen'in Işık tarikatı, aynı şeyi temsil etmektedir. Gerçekte Hoşgörü, Dinlerarası Diyalog, Kardeşlik, Eşitlik naraları atan, Rusya da şurada burada ki gavurları “Türkleştirip müslümanlaştırıyoruz” diyen Fetullah, oradaki örneğin, Türkmenistan’daki insanları yobaz bir neo-amerikancı eğitime tabi tutmakta, daha sonra da onları Türkiye kanalıyla ABD'ye bağlamaktadır. ABD'nin GOP gibi projeleri doğrultusunda kurulacak yeni Osmanlı için...

* * *

İBDA-C. Bu isim sanıyorum tanıdık gelmiştir. Bu Türkiye’de faaliyet gösteren belli başlı dinci terör örgütlerinden biridir. Açılımı “İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi”dir. Örgütün elebaşı 1998 yılının son günlerinde yakalandı. Salih Mirzabeyoğlu, ismini kullanıyordu. Tüm medya da bu adamı, Salih Mirzabeyoğlu ismiyle takdim etti. Gelelim sahte isminin deşifresine. Soyadı neydi, sözcüklere ayırırsak; Mirza Bey Oğlu. Mirza Bey Said-i Kürdi’nin babasıdır. Mirza Bey’in oğlu kim olur o zaman, Said-i Kürdi, güncel ismiyle Said-i Nursi. Yani bu Salih Mirzabeyoğlu sahte ismini kullanan terörist başı; bir mesaj veriyor “Ben Said-i Kürdi gibiyim, bu savaşta ondan sonra gelen neferim; Said-i Kürdi'den bayrağı ben devraldım. Ben de Said-i Kürdi gibi, Kürtçüyüm, dinciyim, Anadolu da yeni bir Kürt-İslam Devleti’nin kurulmasını istiyorum. Başına da padişah olarak ben geçebilirim.” Çok şükür ki yine de; Türkiye’nin şerefli Polis’i var; Jandarma’sı var; MİT’i var.

İBDA-C'nin yayın organı Taraf dergisinin 1 Ekim tarihli sayısından bazı alıntılar yaparsak: "Dinsiz cumhuriyeti yıkma yolunda en önde giden Sivas'ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü bir borç biliriz". "Karar çıkmıştır. 'İslam'da şiddet yoktur' diyen her kim olursa olsun aynen
Kemalist ve işgal yanlısı bir kâfirdir. Nifak ve fitnecilerin katli hak ve önceliklidir. Yaşasın Anadolu halkının şeriat için silahlı mücadelesi". "Sivas'ta insanlarımız, yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır: Yargılama ve cezalandırma hakkı yalnız Müslümanlarındır. Bunun lamı cimi yok. Yasa dışı T.C.'nin hiç bir hakkı yoktur".

 
Eylül sayısı sayfa 24'e baktığımızda, gerçek yüzleri iyice belirginleşiyor. Bu sayıda bir okurun gönderdiği mektup ve ona verilen cevap şu şekildedir:

"Muhterem ve aziz kardeşlerim. Kısa bir süre önce gerek Zaman, gerekse Milli Gazete'de sizlerle ilgili haberleri görmüştüm. Sonsuz merakta iken çok şükür rabbime Taraf dergisi ile müşerref oldum. Çok beğendim, fakat polise köpek diyorsunuz, teröriste gerilla! Bu bana PKK'lı teröristlerin ağzını çağrıştırıyor. Abdullah Öcalan'dan; PKK'lı gerilla komutanı diye bahsediyorsunuz. Sakın canlarım. Eğer İslam'ı tebliğe çıktığınızı söylüyorsanız ki, samimiyetinize inanıyorum... Allah aşkına bu PKK'yı hiç bir şekilde haklı çıkararak bahane ileri sürmeyin. Affedin size nasihat, akıl verecek haddim yok. Ama galiba bir çoğunuzdan yaşça büyüğüm. Ablanız ve anneniz gibi düşünüyorum. Kimbilir o canlarınız neler çekiyor? Kim bilir geceleriniz nasıl kanlı ve kinli... İşkence haberlerinizi, anılarınızı okudukça yüreğim parçalanıyor."
Cevap: "Biz de sizi ablamız, annemiz kabul ettik. 12 sayfalık mektubunuzu okurken duygulandık, gözlerimiz doldu. Muhterem annemiz, PKK'ya bakışımıza ve Saddam'ı desteklemiş olmamıza üzülüyorsunuz ve açıklama bekliyorsunuz. Defalarca izah ettiğimiz bu mevzuda kısaca şunları söylemek isteriz: İslam âleminin bugünkü Batıya mahkûm halinin sorumlusu, ABD'nin başını çektiği Yahudi, Hıristiyan ve batı emperyalizmidir. İslam âleminin bağımsızlaşması bu kan emici zorbalığın güç kaybetmesi ile doğru orantılıdır. O sebepten, kim ki onlara savaş açar, zarar verir, biz onu destekleriz. İsterse komünist Küba olsun... Anlamsız gördüğünüz 'Saddam sen oradan biz buradan' sloganının manası; Saddam sen oradan emperyalistlere karşı, biz buradan emperyalistlere ve onların uşaklarına karşı savaşalım... Diğer meseleye gelince Türkiye'de Müslümanlara parya muamelesi yapan, geçmişte yüz binlerce kardeşimizin kanına giren Kemalist devlettir. PKK değil! İslamcı mücadelelerin etkinliği bu devletin güç kaybetmesi ile bağlantılı olduğundan ona darbe indiren her kesim, biz İslam devrimcilerini mutlu kılar, ister Dev-Sol, ister PKK olsun..."

* * *

Terörist örgüt İBDA-C ile ilgili yazılara son verip; başka bir konuya geçelim. Fetullah Gülen, eğitimini özel bir hocadan almıştır. Aldığı eğitimi kendisi medrese eğitimi olarak tanımlamaktadır. Kendisi hocasından ders alırkenki arkadaşı Cemalettin Kaplan’ dır. Yani ikisi de aynı hocanın ürünüdürler, ideolojilerinde de bir farklılık yoktur. Cemalettin Kaplan öldükten sonra, yerini oğlu Metin Kaplan almıştır. Almanya’da faaliyetleri top yekûn devam etmektedir (2008 yılı itibariyle Alman devleti, küresel Sistem'in yeni projelerinin gereği olarak örgüt üstünde baskı kurmaya başlamış ve örgütü illegal ilan etmiştir).

Akit’ in yeni versiyonu Vakit’ de, Kaplan soyadlı bir kişi (Kaplancılardan) yazılar yazmaktadır, bir kesime çağrılar yapmaktadır. Mesela Vakit Gazetesi’ndeki bir köşe yazısında şu sözleri sarf etmiştir “Şeriat ve Cihad için, masum müslümanlar da öldürülebilir”. “A ah” dediğinizi duyar gibiyim. Evet. Çünkü ben de bu yazıyı ilk okuduğumda böyle tepki vermiştim. Kur’an-ı Kerim'de buna cevaz verecek bir ayet varsa ya da böyle yorumlanabilecek bir ayet varsa getirsin. Böyle bir şey kesinlikle yoktur. İslam bir saldırı, savaş, kaos dini değildir; barış, huzur, hoşgörü dinidir. Fakat bunun gibileri böyle saçmalıklar yazıp; gerek Işık Tarikatı gerek tüm tarikatları, dergahları gerekse de terörü desteklemektedir.

Sonra bunun gibiler daha da saçmalayıp hadlerini aşıp; İkiz Kuleleri indirmekte, Türkiye’ de beşer gün arayla katliam yapmaktadır. Bunlar için günah yoktur, her şey serbesttir; kendilerinden olanlar cennete, kendilerinden olmayanlar cehenneme gider; bazen cennetin anahtarları bazı partilere oy vermekten geçer; bazen de fetvaları yerine getirmekten geçer.

Hz. Muhammed 10 kişiye cenneti müjdeleyebilmişken; bunların cennet müjdeleri yüzbinlerle ve hatta milyonlarla ölçülür. İnsan öldürmek için masum-suçlu, gavur-müslüman ayrımı yoktur, hiç fark etmez. Yeter ki birilerini öldürsünler! Buna da sonra “İslam” derler. Sonra da insanlarımız neden dinden soğuyor; neden biz Hiristiyanları, budistleri, dinsizleri müslümanlaştıramıyoruz ya da neden Avrupalı ülkeler müslümanlara katil, vahşi, geri, barbar, çağdışı gözüyle bakıyor diye konuşur konuşur dururuz.

* * *

Olay çok geniş kapsamlı, kamufle edilmiş bir şebekedir. Fetullah Gülen Cemaatinin 3 aşamalı bir planı vardır. 1.si Cemaate adam ve finansman sağlamak ( bu gerçekleşti ). 2.si İktidarı sahiplenebilmek ve devletin çeşitli, organlarına sızabilmek ( Bu da gerçekleşti ). 3. sü de hayallerindeki az önce bahsettiğim devleti kurabilmek (bu, bugün Genişletilmiş BOP projesi kapsamındaki ülkeleri ABD çıkarlarına hizmet için, kurulacak yeni Osmanlı Devleti'ne dönüştürüldü diyebiliriz).

Ankara Emniyet Müdürleri Osman Ak ve Cevdet Saral, Sabri Uzun, Eski Savcı Nuh Mete Yüksel; bu cemaatin kurduğu komplolardan dolayı görevlerinden alınmışlardır. Ayrıca cemaat, yargıya hukuk dışı müdahalelerde bulunmayı kendisine caiz görmektedir.

Bunların okudukları kitaplardan en ünlüleri Küçük Dünyam, Fasıldan Fasıla, Said-i Nursi Külliyatı ve Nur Risaleleridir.

Nur Risalesinin Kur'an-ı Kerim'in geldiği “ARŞ mertebesi”nden geldiğini 
hem Said-i Nursi hem de Fetullah Gülen kitaplarında ve kayıtlarında söylemektedir.

Yani bu resmen yeni bir din ilan etmek demek, kendilerini yeni bir peygamber olarak görmek ve ima etmek demek ve yeni bir din kitabı ilan etmek demektir. Zaten Kelime-i Tevhit'ten “Muhammeden resulullah” kısmının çıkarttırması, Yahudi ve Sabetay inancında olduğu gibi (Kuran'da tebliğ edilen “son peygamberin Hz. Muhammet olduğu” bilgisine rağmen) bir kurtarıcı Mesih'in geleceğine inanmaları ve burada bahsedilemeyecek, cilt cilt kitaplarla anlatılabilecek bilgiler ışığında, Nurculuğun ve cemaat inancının İslam'ı yozlaştırmaya çalıştığı ve İslam öğretisiyle birlikte ve bazen ona karşı ikame bilgilerle, yeni bir dini anlayış ve din yaratma çabası olduğu açıktır.

Nesil yayınları yine bunlara aittir. Kitaplar genelde bu yayınevi tarafından basılır ve dağıtılır.

* * *

Bu bilgiyi de vermek gerekir. Nurculuğun yaklaşık 16 kolu var. Bunlardan, Fetullah Gülen taraftarlarına Işıkçılar-Gülenciler-Fetullahçılar-hizmetkarlar denir. Bunlar içlerine çekmek istedikleri, potansiyel ışıkçı gördükleri ve hele de dinle biraz alakası varsa, ona önce hissettirmeden yaklaşırlar. Gerekirse ilk 1-2 yıl hiç siyaset, din bile konuşmazlar. Genellikle çağdaş dindar görünümüne bürünürler. Yaklaştıkları öğrenciye sıcak ev ortamı sunarlar. Çok candan, samimi arkadaşlıklar kurarlar. Ama sonra avlarını cemaate katıverirler. Bunlar arada bir kamplara giderler. Bu kamplarda Arapça’ya sempati duyurulmaya çalışılır. Cemaatin hoşgörü propagandası yapılır. Fetullah Gülen’den ve Said-i Nursi’den Risaleler okutulur, okunur. Milliyetçilik duygularından arındırılıp, ümmetçi yapılır. Bazı devlet kurumlarına ve kişilere karşı nefret duyguları pompalanır.

2002 yılı bilgileriyle, Özbekistan da 17 eğitim kurumu, 1 dil merkezi; Türkmenistan da 1 üniversite, 13 ortaöğretim kurumu 1 dil merkezi; Kazakistan da 30 lise, 1 üniversite; ABD, Kamboçya, Malezya, Bangladeş, Gürcistan, Kırgızistan, Irak, Romanya, Moldova, Ukrayna, Azerbaycan, Tacikistan, Arnavutluk, Fas, İran, Pakistan gibi ülkelerde okulları mevcuttur. STV'de yayınlanan “Ayna” programı belgesel görüntüsü örtüsüyle, bu ışık okullarının ve cemaatin yayılmışlığının propagandasını yapmaktadır.

Her yıl düzenlenen “Türk Dili Olimpiyatları” da “Ayna” programı gibi, Fetullah Gülen cemaat ve okullarının propagandasına yöneliktir. Bu olimpiyat dönemlerinde, televizyon kanallarına yoğun baskılar ile “dış ülkelerden” gelen çocuklar misafir edilerek programlar yaptırılır. Sohbet, eğlence programlarına konuk ettirilir. Cemaat'e tabi “başkanların” emri ile belediyeler şenlikler düzenleyerek, olimpiyatlar için gelen çocukları ve onların “hocalarını” halka tanıtır. Masum halk “Türkçe” ile kandırılır.

2010 yılı itibariyle İran'ın etkisiyle Irak'taki 4 okulu kapatılmış, Rusya'daki okulları kapatılıyor ve İran'da okul açmalarına izin verilmiyorsa da, Afrika kıtası yoğunlukta olmak üzere artık dünyadaki pek çok ülkesinde “Light School” adı altında Işık okulları mevcuttur. Buralarda Türkçe ve İslam adı altında Fetullahçı zihniyetli, bazen “ılımlı İslam” görünümlü ABD'ye biat edecek geleceğin kadroları, yöneticileri yetiştirilir. Örneğin şu an Etiyopya Maden Bakanı bu okullardan mezundur. Bu okullardan yetişerek üst düzey devlet adamı-bakan olmuş pek çok kişi mevcuttur. Devletin polisi de bunları durdurmaz çünkü EGM Polis Akademisi 2001-2002 Mezunlarının %67 si aktif Fetullahçı olduğu iddia edilmektedir. Bundan sonraki yıllarda da yine bu oranlarda olduğu tahmin edilmektedir. MİT içerisinde de varlıkları bilinmektedir, yalnızca Askeriye içerisinde olmadıkları sanılmaktadır. Olanlar da, Yüksek Askeri Şura da askerlikten ihraç edilmektedirler.

Artı olarak cemaati yakında tanıyan yazar Ergün Poyraz'ın bir özel raporunda : ...gidilen yerlerde Fetullah Gülen kasetlerinin seyredildiği, namaz vakitlerinde birlikte namaz kılındıktan sonra, Said-i Nursi’nin risalelerini okuyup, birlikte ders çalıştıkları ve F. Gülen kitapları hususunda derinlemesine eğitime tabi tutuldukları, genelde bu evleri 7-8 kişilik gruplar halinde kullandıkları, bu öğrencilerin kullandıkları evin ev sahibini görmedikleri ve kısıtlı olarak tanıştırılmadıkları, bu evlerden sadece “abi” diye hitap ettikleri üniversite öğrencilerinden 1 yada 2 kişinin bulunduğu, planlı bir şekilde hareket ettikleri, gizliliğe önem verdikleri, hafta sonu programları, devre imamlarının talimatı doğrultusunda, sınıf imamları vasıtası ile öğrencilere iletildiği, okula dönüş saati yaklaştığında tekrar birer ikişer gruplar halinde evden ayrıldıkları bu evlerin Işık Evleri veya Işık Kışlaları olarak adlandırıldığı ve tamamen bu yapılanma içerisinde bulunan öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması için sivil vatandaşlarca tahsis edildiği, bir evde bulunması gereken her şeyin bu evlerde mevcut olduğu...” bilgileri yer almaktadır.

Cemaatin yakın zamana kadar 2 numaralı ismi olan, hatta Fetullah Gülen'in prensi olarak görülen, daha sonra cemaatin gerçek yüzünü görerek büyük bir ihtilafla cemaatten kopup, kendisini cemaatin gerçek yüzünü, amacını topluma ifşa etmeye adayan Nurettin Veren de, bu yazıda yer alan bilgileri teyit eder nitelikte bilgiler vermekte ve hatta daha ayrıntılı ve daha çarpıcı açıklamalarla ekranlarda bildiklerini toplumla paylaşmaktadır.

Şimdi sizlere “faili halen meçhul” olan, hain bir suikast sonucu yaşamını yitiren rahmetli Necip Hablemitoğlu'nun bir sözüyle veda etmek istiyorum "Almanlardan Fetullahçılara, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına göz diken unsurlara karşı bunca zahmet ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk'ün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum. Çünkü Türk'üm ve başka Türkiye yok !!!”

Not: Yazının bazı kısımları Ergün Poyraz'ın “Kanla Abdest Alanlar” kitabından alıntıdır. Ayrıca Nurettin Veren'in tv. açıklamalarından da yararlanılmıştır. Yazı tarihi 2004, revize tarihi 2010'dur.  2015 yılı itibariyle Fethullah Gülen Polisin en çok arananlar listesinde FETÖ kurucusu olarak aranmaktadır (www.terorarananlar.pol.tr/detaylar/Sayfalar/kirmizi.aspx )

 
TEVFiK BiR

 

12 Ocak 2010 Salı

2. Çuval Vakası

2. Çuval Vakası


İsrail'de gerçekleşen olayın anlamı:

1-)
Türk Büyükelçimizin İsrail Dışişleri Müsteşarı'ndan (bakan yardımcısı) daha alçak bir koltuğa oturtulması: "İsrail Türkiye'den daha büyük bir devlettir" demektir.

2-)
Elinin sıkılmaması: Büyükelçi, devleti temsil eder. İsrail'in Türkiye'yle kriz yaşadığının, durumu şiddetle protesto ettiğinin işaretidir.

3-)
İsrailli Müsteşarın "Biz gülmüyoruz iyi çekin" demesi: İsrail Devleti'nin sinirli ve ciddi olduğunu işaret eder.

4-)
Görüşme masasında yalnızca İsrail bayrağının olup Türk Bayrağı'nın bulunmaması: Türkiye'nin "tanınmayan bir ülke gibi muamele görmesi" ve kabaca "siz kimsiniz ki" demektir.

5-)
"Kameralar artık çekim yapmasın size söyleyeceklerimi onların önünde söylersem size saygısızlık olur" diyerek hakaret ve küfür edeceğini önceden açık bir dile söylemesi:
İsrail'in Türkiye'ye hakaret edeceği anlamına gelir. Savaş halindeki ülkelerde bile görülmeyen,
soğuk savaş sırasında ABD-SSCB arasında dahi yaşanmamış, son derecede ağır, sonucu diplomatik krize ve savaşa kadar gidebilecek bir vakadır.

Bu durumda Türk Büyükelçimizin kesinlikle masadan ayrılması ve derhal Dışişleri Bakanı'nı arayarak durum hakkında izahat vermesi gerekirdi.

Bizim İsrail Büyükelçimiz ise bu lafları ve tavırları o odada kameraların önünde yedi yuttu, üstüne de hiçbir şey olmamış gibi dişlerini göstere göstere "gülücükler" dağıttı.

Halbuki diplomaside böyle bir şey yoktur. Hiçbir devlet diğerinin gururunu alenen kıramaz. Saygısızlık edemez ve bunu şova dönüştüremez. Başta bu devlet ciddiyetine ve diplomasi usulüne aykırıdır.

Büyükelçi, Devletini temsil eder. İsrail'in o odadaki tüm tavır ve hakaretleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yöneliktir. Büyükelçinin ciddi bir tavır takınması, devlet ciddiyetine yakışır hareket etmesi gerekirdi. Büyükelçi, Devletimizi rezil etmiştir.

Tevrat'ta "Mesih'in geleceği ve beklenen-vaadedilen kutsanmış İsrail Devleti'ni kuracağı" yazılıdır. Halbuki bu İsrail Devleti'ni BM-İngiltere ve ABD kurdurmuştur. Yani dindar Yahudiler İsrail Devleti'ni tanımazlar, sevmezler, kendi dinlerinin kutsal metinlerine aykırı bularak İsrail'in yıkılmasını dahi isterler.

Kendi dinine bile muhalefet eden bir devlet, İsrail Devleti. Dış ülkelerde yaşayan Yahudiler'in çoğunu da temsil etmez, hukuken ve manen. Ve bu devlet, Müslüman halkların yaşadığı ülkelere karşı da en büyük tehditlerden birisidir. Saldırgan bir devlettir. Saygısız bir devlettir. İnsan haklarından nasiplenmemiş bir devlettir.


TEVFiK BiR / 12.Ocak.2010



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.