26 Temmuz 2011 Salı

Dolar Bir Yatırım Değil Soygun Aracıdır


Dolar Bir Yatırım Değil Soygun Aracıdır


Türkiye'deki bankalarda bireysel dolar hesaplarında 100 Milyar USD'ı (Amerikan Doları) aşkın para var. Bir de tabi yastık altı olarak tabir edilen, vatandaşın bankalara yatırmadığı evinde sakladığı dolarları var.

Doları yatırım aracı olarak görme, geçmişten gelen bir alışkanlık. Döviz yasağının kalktığı ve devalüasyonların birbirini izlediği '80 sonrası dönemin alışkanlığı. Dolar o dönem adeta enflasyona karşı bir kalkan konumundaydı. Peki bugün dolar almak doğru bir tercih midir yoksa yanlış bir tercih mi? Dolar bir yatırım aracı mıdır yoksa batırım aracı mı, gelin bu sorunun yanıtını birlikte arayalım.

* * *

100 milyar dolara sahiplik yapan döviz hesaplarının büyük çoğunluğu 2001 yılında, o tarihte yaşanan devalüasyon sonrasında açılmıştı. Yani vatandaşın 100 milyar dolarının büyük kısmı son devalüasyondan sonra alınmış dolarlardır (2001 yılının ikinci yarısında), müşterilerin hesaplarında bu para yaklaşık 10 yıldır atıl vaziyette durmaktadır.

Aradan geçen dokuz on yılda doların durumu ne olmuştur, yatırımcısına ne kazandırmıştır buna bakalım. Düz hesap olsun, hesap başlangıç tarihini Ocak.2002 olarak alalım.

Ocak.2002 tarihinde 1 USD = 1.40 TL 'dir.
Temmuz.2011 tarihinde 1 USD = 1.70 TL 'dir.

Yani geçen 9 yılda dolardaki artış %21 olmuştur.


Ocak.2002 tarihinde İMKB100 endeksi 15.000 puan düzeyindedir.
Temmuz.2011 tarihinde İMKB100 endeksi 60.000 puan düzeyindedir.

Yani geçen 9 yılda borsadaki ortalama artış % 400 olmuştur.

İMKB100 ortalaması değil de, hisse bazında (banka hisseleri, enerji hisseleri, gıda hisseleri yada ASELS) bakarsak, 2002-2011 arasındaki fark 10 katı (%1000'i) aşmaktadır (temettüler dışında).

Ocak.2002-Temmuz.2011 arasında bankaya TL mevduat hesabına yatırılan bir para bile %100'dan daha fazla mevduat faizi almıştır.

* * *

Sonuç kendisini göstermektedir. Vatandaşların banka hesaplarında duran 100 Milyar Doları aşkın para geçen 10 yılda enflasyon karşısında şiddetli biçimde erimiş, kendisini enflasyona karşı ancak %20 düzeyinde koruyabilmiştir, buna korumak denirse.

Aynı dönemde parasını bankaya yatıran kişi, yaklaşık olarak enflasyon oranında mevduat faizi kazanmışken, parasını borsadaki sıradan bir şirkete yatıran kişi ortalama olarak parasını 4'e katlamış, borsadaki güçlü bir şirkete yatıran kişi ise parasını yaklaşık olarak 10'a katlamıştır.

Hesaplarda yatan her bir dolar, ABD'nin karşılıklsız olarak bastığı paraya katılan değerdir. ABD, 100 Dolarlık (USD) banknotu basmak için maliyet açısından yalnızca 3-5 cent harcamakta ancak bunu 100 dolar olarak satmaktadır. Karşılığı olmayan bu parayı Türkler satın almaktadır.

Türkler, birikimlerini (tasarruflarını) kendi milli parası olan Türk Lirası ile yapmamakta, ABD'nin bastığı bu paraları alarak, sanki ikinci milli paralarıymış gibi (dolarizasyon), ABD'ye 100 milyar dolarlık satın alım gücü vermektedir. Bu süreçte dövizde duran Türklerin parası enflasyon karşısında erimekte, ABD ise Türkler sayesinde havadan 100 milyar USD kazanmaktadır.

ABD, yalnızca matbaalarını çalıştırmakta, bu parayı basmaktadır. Dünyadaki ülkelerin bu parayı tutması, ABD'nin bastığı paraya karşılık bulmasını sağlamıştır. Aksi halde ABD dolar basamaz, basarsa da bu ABD'de enflasyonist etki yaratırdı. Ancak bugün dilediği gibi dolar basabilmektedir. Çünkü parası herhangi bir ticari ilişkiye maruz kalmadan dış ülke toplumlarınca tutulabilmektedir. Bu para, aslında karşılıksızdır, çünkü Türklerin milli parası değildir. ABD, her bir dolar karşılığında değerince altın bulundurma (dolar karşılığı altın) uygulamasını da onlarca yıl önce bırakmıştır.

Bu elbet, küresel alanda ve dolarla ticaret yapan şirketlerin dolar tutmaması gerektiği anlamına gelmemektedir. Biz, bireylerin, toplumdaki sade vatandaşların dolar bulundurmasını eleştirmekteyiz.

Dünyada toplam 230 civarı devlet mevcuttur. Türkiye'de bireylerin bankalarda toplam 100 milyar doları var dedik. Dünyadaki bu 230 ülkeden yalnızca 100 tanesinin toplumu, bankalarında Türkiye toplumu kadar dolar tutsa, bunun toplamı 10 Trilyon USD ediyor.


100 Milyar Doların Gücü

ABD, 2008 yılında yaşadığı krizi aşmak için toplamda iki defa 750 Milyar Dolarlık kurtarma paketi açıkladı, bir üçüncüsünü hayata geçirmek konusunda ise çok temkinli duruyor, endişeli.

Bugün ABD'de, borçlanma tavanının 1 trilyon dolar daha artırılması ve ABD'nin temerrütten kurtarılması için ABD Başkanı Obama, Kongre yetkilileri ve Temsilciler Meclisi yoğun tartışma ve görüşme içinde.

22.Temmuz.2011 tarihi itibariyle İMKB'nin %62'lik payı yabancı yatırımcının elinde ve bunun parasal değeri 57 Milyar Dolardır.

Sanırım bu verilerle dünya geneli 10 Trilyon Doların yada yalnızca Türkiye'deki 100 Milyar Doların önemi anlaşılabilmiştir. Bu paranın yalnızca yarısıyla, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) %100 Türkleştirilebilir. 100 Milyar Dolar aslında bu kadar büyük ve güçlü bir paradır.

Dolar tutmak, hem ABD'nin gücüne güç katmaktır, ABD'ye karşılıksız verilmiş para gibidir hem de yatırımcısına zarar ettiren bir yatırım enstrümanıdır.


Kıssadan Hisse: Birikimlerinizi ister TL mevduat hesaplarında, ister bankaların sunduğu çeşitli A tipi ve B tipi fonlarda, isterseniz İMKB'de değerlerlendirin, isterseniz bir miktar da altın alın, yatırım yapın ancak paranızı dövize yatırım yapmayın! Çünkü döviz, uzun vadede para kaybettiren bir paradır; stratejik açıdan da ABD'nin ekmeğine yağ sürerken Türkiye'ye çelme takan konumdadır..!


 
TEVFiK BiR / 26.Temmuz.2011

 

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Ne Yapılmalı?


Ne Yapılmalı?



Verilen şehitler (asker, subay, polis), kaçırılan ordu mensupları (yani kaçırılan devlet), Türkiye Cumhuriyeti içinde bir Kürdistan Özerk Bölgesinin ilanı (resmi bölünmenin fiili başlangıcı) ve terörist başı Abdullah Öcalan ile Devlet arasında yürütülen gizli kapaklı görüşmeler...


Derhal:

1-) 3 günlük milli yas ilan edilmelidir.

2-) Terörist başı Abdullah Öcalan ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bilgisi ve onayı dahilinde üst düzey devlet yetkililerinin sürdürdüğü gizli görüşmeler derhal ve sonsuza değin kesilmelidir.

3-) Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi'nin bir kısmında T.C. Anayasası madde.15 kapsamında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmelidir.

4-) Bölgede yeniden, terörün önünü ve hızını kesmek adına yol kontrolleri başlatılmalıdır.

5-) Sınır ötesine harekât düzenlenmeli, gerekirse kolordu seviyesinde taarruz ile BM sözleşmesi kapsamında (en azından) Kandil Dağı dümdüz edilmeli, Dohuk ve Erbil'deki PKK beyin takımı imha edilmelidir.

6-) BDP'li milletvekilleri ve BDP'li parti yetkilileri (hem genel merkez hem yerel teşkilatlar bazında) derhal, isyana teşvik ile ilgili ve, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyan yasalar ve elbet T.C. Anayasası madde.14 ve madde.83 hükümlerince ve Türk hukuk mevzuatının verdiği yetki kapsamında gözaltına alınmalı, mahkemelerce tutuklu yargılanmalıdır. Yargılamalar sonucunda eskinin idam cezasına karşılık gelen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar olursa, bu hiç de sürpriz olmayacaktır.

7-) Bölge, dış istihbarat mensuplarından ve etki ajanlarından temizlenmelidir.

8-) Toprak Reformu Yasası ile bölge halkı feodal düzenden kurtarılmalı, yerel baskı unsurları bertaraf edilmelidir.



TEVFiK BiR / 16.07.2011



6 Temmuz 2011 Çarşamba

Yunan Ekonomik Krizi, Türk Deniz Kuvvetleri ve İsrail



Yunan Ekonomik Krizi, Türk Deniz Kuvvetleri ve İsrail



08 Haziran tarihinde yayınladığım Soros, Türkiye İç Savaşına Hazırlık mı Yapıyor? adlı makalemde pek çok veriyle birlikte belirttiğim “Yeni analizler neticesinde güncellenmiş 2011 yılı tahminine göre dünya petrol rezervi dünyaya 46-50 yıl yetecek düzeydedir” bilgisi temelinde yeni konumuza gelelim.

Petrol rezervinin bitiyor ve değerleniyor olması bağlamında; Kıbrıs Adası-Mısır-İsrail coğrafi hattının önemini; Türk Deniz Kuvvetleri'nin stratejik önemi ve tasfiyesinin isteniyor olması ihtimalini; 10 yıl önce Soros'un açıkladığı ve AB verileriyle gördüğümüz beklenen Yunanistan krizinin neden bugün çıktığını; Türkiye-İsrail yakınlığı yerine ikame edilen Yunanistan-İsrail yakınlaşmasının nedenini açıklamaya çalışalım.


Yunanistan Finansal Krizi

Kapitalizm ve Avrupa Finansal Krizi adlı makalemde belirtmiştim. Okumamış olanlar ve unutanlar için yeniden yazalım.

2004 yılında inanılmaz bir olay açığa çıkmıştı. Yunanistan'ın 1997 yılından beri sürekli olarak Avrupa Komisyonu'na “bütçe açığını” gizleyen sahte rakamlar sunduğu anlaşılmıştı! Buna karşı Komisyon, Yunanistan'a hiçbir ceza vermemiş, sahtekarlığı yalnızca “uyarı vererek” geçiştirmişti. Yunanistan bunu, Euro (Avro) bölgesine kabul edilmek için yapmıştı.

Yunanistan bütçe açıkları vermeye devam etmiş, bu süre içinde Yunanistan Euro'ya kabul edilmişti. 2010 yılına geldiğimizde de, Yunanistan'da çok büyük bir finansal ve ekonomik kriz açığa çıkmıştı.

Yunanistan'ın 2010 yılı bütçe açığı GSYİH'sının %10'una ulaşmıştır. Yunanistan'ın toplam borcu ise GSMH'nın %150'si düzeyindedir.

Evrakta sahtecilik yaparak, Avrupa Komisyonu'nu rakamlar düzeyinde aldatarak Euro'ya giren Yunanistan'ın, bugün Euro'dan çıkması olasılığı, vadesini gelen borçlarını ödeyememesi ve yeniden borçlanamaması (borcu çevirememesi) nedeniyle borçlarının yeniden yapılandırılması talebi ve Yunaistan'ın temerrüde düşme olasılığı konuşulmaktadır. Yunanistan, iflasa mı sürüklenmektedir?

1997 yılında başlayan ve 2004 yılında alenileşen duruma çözüm üretmeyen Avrupa Birliği, 2010 yılında çıkan Yunanistan krizine de adeta “şaşırmıştır”, sanki beklenmedik bir durumdur.

Peki bu sürpriz (!) kriz sonrasında Yunanistan'da neler yaşanmaktadır, Yunanistan'ın ekseni hangi yeni gücün kontrolüne daha büyük teslimiyetle girmiş, Yunanistan artık hangi yıldızın etrafında, ekseninde dönmeye başlamıştır?

Yunanistan'ın artık teslimiyet mertebesinde çekim gücüne girdiği yıldız, 50 yıldızın simgelediği, çekim gücü 50 yıldız gücünde olan ABD ve altı köşeli yıldızın simgelediği İsrail'dir.

Yunanistan'da bugün küresel itirafçı, ekonomist yazar John Perkins'in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” eserinde bildirdiği durum gerçekleşmektedir:

Biz ekonomik tetikçiler, küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız ve birçok farklı şekilde çalışırız.

Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz, petrol gibi. Ardından Dünya Bankası veya onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız, fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez. Ülke yerine o ülkede projeler yapan kendi şirketlerimize gider. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar... Bizim şirketlere ilaveten, o ülkedeki birkaç zengin insanın kâr sağlayacağı şeyler. Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar, yani bütün ülke bu borcun altına sokulur. Bu borç ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır, geri ödeyemezler.

Ardından, biz ekonomik tetikçiler gidip onlara deriz: “Dinleyin, bize bir sürü borcunuz var. Borcu ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın. Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin, veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin -Irak gibi-, veya bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin”.

Elektrik şirketlerini özelleştiririz. Sularını ve kanalizasyon şirketlerini özelleştiririz ve ABD şirketleri veya diğer çok uluslu şirketlere satarız. Bu, mantar gibi biten bir şey ve çok tipik, IMF ve Dünya Bankası bu şekilde çalışır. Ülkeyi borca sokarlar ve bu öyle büyük bir borçtur ki ödenemez.

Ardından yeniden borç teklif edersiniz ve daha fazla faiz öderler. Koşullara bağlı veya iyi yönetim talep edersiniz. Aslında bu onların kaynaklarını satmalarını sağlar. Buna sosyal hizmetleri, teknik şirketleri, bazen eğitim sistemleri de dahildir. Adli sistemlerini, sigorta sistemlerini, yabancı şirketlere satarız. Bu ikili-üçlü-dörtlü bir darbedir!


Evet, bugün borcunu çeviremeyen Yunanistan'a, IMF ve Dünya Bankası yardım elini uzatmıştır. “Yunanistan'a verilecek krediler ne kadar yüksek faizle verilirse verilsin, Yunanistan'ın bunu geri ödemesi çok uzak olasılıktır, bunlar batak kredi olacaktır” görüşlerine karşın, ABD'nin izniyle daha doğrusu projesinin bir parçası olarak IMF ve Avrupa kredi/borç dilimlerini serbest bırakmaya başlamıştır! Sırada Dünya Bankası vardır.

Bugün Yunanistan, Türkiye'nin son 25 yılının hızlandırılmış şeklini yaşamakta, tüm kamu varlıklarını, bankalarını ve hatta adalarını bile satmaktadır! Biz satmak diyoruz, kimileri buna özelleştirme diyor, kimileri ise ekonomik işgal!


İsrail'in Yeni Dostu Yunanistan

Van minüts” ve “alçak koltuk” krizlerinden sonra ilişkileri gerilen, diplomatik ilişki ve istihbarat paylaşım seviyeleri en alt düzeylere inen İsrail-Türkiye ortaklığının/stratejik müttefikliğinin yerine ilginç biçimde ve tam da Yunanistan krizi döneminde İsrail-Yunanistan ortaklığı/stratejik müttefikliğinin ikame edildiğini görüyoruz.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve İsrail üst düzey devlet yöneticileri son bir yıl içinde pek çok kere Yunanistan'a gittiler, Yunanistan kanadından da annesi bir Selanik Yahudisi olan Başbakan Yorgo Papandreu ve Yunan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas karşı ziyaretlerde bulundular, her fırsatta görüştüler. Yunan Cumhurbaşkanı Papulyas'ın, yakın bir zamanda yine İsrail'e üç günlük bir ziyaret daha düzenleyeceğini de basından öğrendik.

Bu süreçte John Perkins'i doğrular nitelikte gelişmeler de oldu. Krizinin dibinde iflasın eşiğinde “kredisini” alan Yunanistan, ABD ve İsrail'in çekimine girdiği için, gelen talepleri de sorgusuz sualsiz emir addederek uygulamaya başladı. Demokrasi kavramının doğduğu ülke, demokrasiyi hiçe sayarak, askeri gücüyle, Yunanistan'dan Gazze'ye doğru yola çıkacak gemileri engelledi.

İsrail ile Türkiye'nin arası belki kasıtlı olarak belki kendiliğinden gelişen süreç içinde bozuldu. İsrail, Ortadoğu'da ve Kıbrıs Adası bağlamında Türkiye dostunu çıkarları ölçüsünde kaybetti (asla tümüyle değil).

Bu süreç içinde, Yunanistan'da bekletilen kriz “aniden” ortaya çıkarıldı. Yunanistan “5 cent'e muhtaç kaldı”.

Meşhur Bretton Woods toplantısının ürünü olarak, bir ABD projesi olarak kurulan Dünya Bankası ve IMF, Yunanistan'a o isteği, muhtaç kaldığı cent'leri verdi. Yunanistan, ABD'nin ve İsrail'in yani Sistem'in uşağı yapıldı!

Yunanistan, neo-liberal ve teslimiyetçi piyasa ekonomisinin ötesine, özelleştirmelerle-kamu varlıklarının hızlı satışıyla ve bunların küresel güçler tarafından yağmasıyla bodoslama geçti. Kısa vadede ekonomik iflastan kurtulsa da aslında ekonominin çok ötesinde Yunanistan, egemenlik haklarından ABD-İsrail lehine vazgeçti.

Almanya'nın başlangıçta hayır dediği “Yunanistan'a AB kapsamında verilecek borca” sonradan evet demesinin ve AB'den 15 milyar euro'luk kredinin Yunanistan'a verilmesinin nedeni, Almanya'nın, ABD-İsrail'in bir nebze olsun önünü kesmek istemesidir! Yunanistan'ı tümüyle ABD-İsrail'in kucağına düşmesinden kurtarmak istemesidir.

Öyle yada böyle, İsrail ve Sistem açısından Türkiye yerine Yunanistan ikame edilmiştir.

Kıbrıs adasında fiiliyatta 4 ülke söz sahibidir. KKTC dolayısıyla Türkiye, Rum Kesimi dolayısıyla Yunanistan ve Rum Kesimi'nde Echelon dinleme üssü ve askeri varlığıyla bulunan İngiltere. Bir de, adadaki yönetimlerin içinde bulunan kripto Yahudi kişiler dolayısıyla ve adadaki kumarhanelerin sahipliği bakımından, kara para yönetimi bakımından İsrail (siyonist Yahudiler). Kıbrıs'ın Yahudisi meşhurdur. Bunu devlet arşivlerinde ve tarihte görebiliyoruz!

İşte bu güçlerden ikisi, Yunanistan ve İsrail, ileride tarihi önem taşıyacak bir yakınlaşma içine girmişlerdir.


İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Adası ve Petrol

Şimdi gelelim Doğu Akdeniz petrollerine ve Ada'nın önemine.

Kıbrıs Adası'nın güney kısmı ile Mısır-İsrail-Lübnan arasındaki bölgede bir “petrol denizinin” varlığı yakında zamanda keşfedilmiştir. Tabire dikkat edelim, havaalanı-havalimanı farkı gibi, petrol yatağı ile petrol denizi sözcüklerinin farklılığı önemlidir.

Büyüklük nazara alındığında bu petrol denizinin (açıklanan bilgiler ölçüsünde bilebildiğimiz kadarıyla) yaklaşık 500 milyar ila 1 trilyon Dolar arasında olduğu hesaplanmaktadır (bugünkü petrol fiyatlarıyla). Ayrıca bölgede doğalgaz yataklarının da var olması gerektiğine dair iddialar var. Bir de geçmişte gördüğümüz örnekler dahilinde, petrol çıkarılmaya başladıktan sonra rezervin çok daha büyük olduğu tespit edilebilir!

Dünya petrollerinin ömrü yaklaşık 50 sene kalmışken, değeri bundan 20 yıl sonra birkaç misli yüksek olacakken, varın siz hesap edin Akdeniz altında yatan dolarları, küserel paylaşım için yaşanacak mücadeleleri! ABD'nin petrol uğruna işgal ettiği toprakları düşünelim. Bir damla petrolün bir damla kandan daha değerli olduğu bir dünyada!

İşin ilginç(!) yanı, 2003 yılında Mısır ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi (onların tabiriyle Kıbrıs Cumhuriyeti) arasında, Akdeniz'de petrol aramak için deniz yataklarının paylaşımı konusunda anlaşma imzalanıyor ve araştırmalar başlıyor.

* * *

Petrol denizi ölçüsünde olmasa da, bir büyük petrol yatağının da Kıbrıs Adası-İskenderun Körfezi-Suriye arasındaki üçgen bölgede olduğu artık bilinen bir gerçek. Şu an iç savaşı bekletilen Suriye, dünya tarafından tanınmayan bir KKTC ile küreselleşiyor derken federalleşen Türkiye arasındaki bölgede!

Annan Planı'nda KKTC sınırları içinde yer alan Karpaz'ın özerk (otonom) bölge olarak Rum tarafına bırakılmak istenmesinin nedeni de sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Dünya, KKTC'nin varlığını tanımamakta ve Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla Kıbrıs Adasının tek egemen kuruluşunun Rum Kesimi olduğu iddia etmektedir.

En geç 20 yıl içinde KKTC-Rum Kesimi arasında egemenlik bakımından anlaşmazlıklar had safhaya çıkacaktır. Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla, İskenderun-Suriye hattındaki petrolleri aramak ve çıkarmak isteyecek, kara suları, münhasır ekonomik bölge vb. meseleler gündeme girecek, buna KKTC dolayısıyla Türkiye müsaade etmeyecektir.

Denizde petrol ve doğalgaz aramasını yapabilecek firmalara bakarsak, Exxon-Mobil (ABD), BP (İngiliz), Shell (Hollanda), Total (Fransa), Lukoil (Rusya) merkezli şirketlerdir. Türkiye, egemenlik sahası içinde yer alan bölgelerde petrol aramalarına hayır diyerek müdahale ederse, bu şirketlere karşı da eyleme girişebilecek demektir. İtilaf Devletleri'ni şirketler bazında görebiliyoruz!

Yunanistan ve dostu İsrail ile ABD, Rum Kesimi'nin yanında yer alacaklardır. Sistem, Rum Kesimi'nin yanında, daha doğru bir ifadeyle Sistem Akdeniz'de Türkiye'nin karşısında yer alacaktır.

Akdeniz'de ikinci yada bilmem kaçıncı bir Yunanistan (görüntüsünde Sistem)-Türkiye savaşı çıkabilir. ABD'nin ve İsrail'in açık yada örtülü olarak Yunanistan ve GKRK'nin yanında yer alabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. 1974 yılında bu Millet bunu gördü, ambargoyu gördü! Türkiye Barış Harekâtına başlayınca, ABD'nin Kıbrıs Türk Bölgesi'ndeki telekomünikasyonu nasıl kestiğini gördü.

Peki Türkiye, Akdeniz'de en geç 20 yıl içinde girilebilecek bir büyük deniz savaşına hazır mıdır? Türk Deniz Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı buna hazır mıdır? Bugünden çalışmalarına başlamış mıdır?

* * *

Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast gibi iddialar kapsamında bugün en çok tutuklanan personele sahip kurum Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olmuştur. Terfiler, teamüller yerle bir olmuş, üst rütbeye yükselebilecek üstsubay ve general neredeyse kalmamıştır. 2-3 yıl kalınması gereken görev ve rütbelerde, personel eksikliği nedeniyle bir sene kalınarak yükselme dönemine girilmiştir. Daha az tecrübeli rütbeliler dönemi başlamaktadır. Türkiye'nin selameti ve milli güvenliği açısından bu yargılamalar en kısa sürede bitirilmelidir.

Korkum o ki, savcılık, mahkeme heyeti ve yargılanan personeller, topyekün bir aldatma içinde, kendilerini bir ABD aldatmacası içinde bulabilirler. Bu en başından bu yana bir ABD operasyonu olabilir. Ordu içinde ABD'ye hizmet eden casuslar bu operasyonun temelini atmış, yüce mahkeme heyetini ve savcılık makamını aldatıyor olabilirler. Hem tutuklu ve tutuksuz yargılanan ordu mensupları hem de adliye makamları bunun çok geç farkına varabilirler. O zaman da iş işten geçmiş olabilir.

O nedenle, tekrar ediyorum, yargılama için en yüksek düzeyde özen gösterilmeli ve acele edilmelidir. Gerçekler bir an önce açığa çıkmalıdır. Milletin gerçekleri bilme hakkının kutsallığından öte, milli güvenliğin gereği olarak bu yargılamalarda gösterilecek özen ve hız en yüksek düzeyde tutulmalıdır.

Eğer iddialar doğru çıkar ve nihai mahkumiyet kararları verilir ise, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı hızlı biçimde olası Akdeniz Savaşı için yeni, siyasetten uzak ve temiz kadrolar yetiştirerek hazırlığa başlamalıdır.

Eğer iddialar doğru çıkmaz ve personeller beraat eder ise, Türkiye, kendisini aldatan ve vaktini boşa harcatan, bir büyük kurumun moralini bozan gücü bulmalıdır. O güç ki, bu gelişmelerden en çok yarar sağlayacak olandır.

Yunanistan ekonomik krizi, Yunan-İsrail yakınlaşması, dün gördüğümüz Annan Planı ve bugün Kıbrıs'ta yaşananlar, Akdeniz petrolleri meselesi ve Türk Deniz Kuvvetleri'nin tasfiyesinin öyle yada böyle isteniyor olması meselesi kısaca budur.


TEVFiK BiR / 06.Temmuz.2011

Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.