3 Ağustos 2014 Pazar

Sıfıra Doğru


Sıfıra Doğru

Neden Tayyip Erdoğan'a karşı tek aday olarak önümüze konulan Ekmeleddin İhsanoğlu'na evet demiyorum (Selahattin Demirtaş pkk'lı olduğu için onu denkleme katmıyorum).

Neymiş, Erdoğan başkanlık sistemini getirecekmiş. Evet getirecek, yıllar yılı bunun hazırlıklarını yaptı ve ülkeyi federatif sisteme (bölünmeye) götürecek, bu inancım sabit. Ama ben diğer adaya da karşıyım, İhsanoğlu'na.

İhsanoğlu'nun kullandığı "Çözümden yana olmayan, savaştan yanadır" ifadesiyle Tayyip Erdoğan'ın Kürt açılımını desteklemesine yada Erdoğan'ın 1914 Ermeni soykırımı yalanıyla ilgili ifadelerine “Hükümetin, Ermenilere dilediği baş sağlığı mesajı fevkalade doğrudur, yerindedir” yorumunu getirmesi bile benim için BOP ortakçısı İhsanoğlu'na oy vermemem için yeterlidir. Erdoğan yanlış diye, seçilmemeli diye diğer bir yanlışa oy veremem.

Teşbihte hata olmaz, ya Hıristiyan olacaksın ya Yahudi olacaksın deseler birini seçmek mi zorundayım, ben Müslümanım arkadaş!

Ya da Bosna savaşında gördük, Sırplar bu evladını mı öldürelim yoksa şu evladını mı diye anne-babalara soruyordu, acıların en büyüğünü yaşatmak için. O anne-baba cevap verebilir mi buna?

Laik hassasiyetli CHP ve milliyetçi hassasiyetli MHP'nin ümmetçi aday çıkarmalarının PROJE olduğunu düşünüyorum ve yanlış bildiğim bir şeye taraf olmayacağım için bu seçimde geçersiz oy kullanarak OY VERMEYECEĞİM. Ben oy vermedim diye Tayyip seçilmeyecek. Tayyip'e oy verenler sayesinde Tayyip seçilecek!

Eğer ki Erdoğan'ı sallayabilecek yada yenebilecek bir aday gösterilseydi, oy verilirdi. Erdoğan'ın seçilmesinin (seçilirse) sorumlusu, Tayyip'e oy verenlerdir. Benim ve benim gibilerin İhsanoğlu'na oy vermememizin sorumlusu da bizler değil Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'dir. Ben vicdanımın sesini dinlerim ve tarih önünde de Allah önünde de hesabımı alnım açık verebilirim.

İleride çocuklarınız/torunlarız sorduğunda "Biz Ekmeleddin'e oy vermiştik" dediğinizde evladınızın yüzünde oluşacak o hayret içerikli alaycı ifade, bana karşı olmayacak. Alnım açık başım dik "Ben o seçimde ne Tayyip'e ne de Ekmeleddin'e oy vermedim yavrum" diyebileceğim. "Tayyip seçilsin diye CHP ve MHP'nin genel başkanları silik ve ümmetçi, Fethullah Gülen'in desteklediği, Küresel Sistem yanlısı bir aday çıkardılar ve Tayyip seçildi, aslında bu bir projeydi" diyeceğim.

Peki benim çözümüm nedir? Millî İrade Birliği (MİB) oluşumumuza kitlelerin katılımı ve Türkiye geneli MİB'in büyük bir baskı grubu olması, millî bir çözümün başlangıcı olabilir.

Aynı süreçte partisel yapı içinde de bir hareket gereklidir. Bölünme sürecinde Tayyip Erdoğan'ın seçilmesi için bilinçli olarak İhsanoğlu'nu aday gösterdiklerini düşündüğüm CHP ve MHP'nin genel başkanlarının ve üst kademe yönetimlerinin hangi yol yöntemle olursa olsun değiştirilmesi gereklidir. Tabanın kuvvetli hareketi ve isyanıyla bu olabilir. Devrim şarttır. Çünkü hepsi bu oyunun içindedir.

Son beş yıldır Marsta yaşıyor olsam ve bugün dünyaya gelmiş olsam, bana Ekmeleddin İhsanoğlu'nun fotoğrafını gösterseler ve geçmişini, o koltuklara nasıl oturduğunu anlatsalar, kullandığı birkaç önemli ifadeyi aktarsalar, bil bakalım bu hangi partinin adayı deseler, ya Saadet Partisi yada AKP derdim! Ama bana bugün İhsanoğlu'nun broşürünü yapılı sarı saçlarıyla CHP'li bayanlar veriyor. Bir yüzlerine bir ellerindeki broşüre bakıp yürüyorum. İçin için gülüyorum, düştükleri hale acıyorum.

Bir defaya mahsus bu konuda yazdım, ilk ve son yazımdır. Benim kişilerle işim olmaz, o koltuğa bu mu otursun şu mu gibi konular bitmek bilmez meselelerdir ve bir adım önünüzü göremezsiniz bu tip günlük sorunlarla uğraşırsanız. Kukla olursunuz, ruhunuz duymaz, sizi bunlarla oyalar dururlar. Ben fikirlerle, projelerle, Küresel SİSTEM'in oyunları ve onların deşifresiyle uğraşıyorum ve kendimi bu yolda görevli addediyorum.

Bu seçim sizin, eğer gerçekten seçtiğinizi sanıyorsanız.

Bazen tarih, sağda solda ses çıkaran hokkabazların seslerine aldırış etmeyen doğru bildiği yolda yürüyenleri kaydeder.

TEVFiK BiR / 03 Ağustos 2014

30 Mayıs 2014 Cuma

Ziraat Bankası'na HAK-İŞ Kıskacı


Ziraat Bankası'na HAK-İŞ Kıskacı

Devleti gibi milleti de kredi borcu ile kapana kıstırılmış ülkemin bankalarında da bir başka türlü kapan işletiliyor, bu kapan banka çalışanlarına yönelik.

Önce T.C. Ziraat Bankası'nın “TC”si ile oynadılar. %100'ü Hazine Müsteşarlığı'na yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ait olan kurumun resmi adından T.C. ifadesi kalkmamasına karşın logo, isim ve tabelalarından T.C. kaldırıldı. Hâlâ “T.C. Ziraat Bankası” yazan şube tabelaları da var. Bu nedir diye araştırdım, tabelaların toptan değiştirilmediğini, arıza yapıp da yenilenirse “yeni konsept” dedikleri TC'siz tabelaların takıldığını öğrendim. Yani birkaç yıl içinde T.C. görüntüden tamamen kalkmış olacak.

Ziraat'ten geçtik Halk Bankası'na. Halk Bankası'nda genel müdür olan, basında yer aldığı ifadeyle “kutucu” olarak anılan Süleyman Arslan'ı gördük. Halk Bankası-İran ve Rıza Zarrab üçgeninde kara para aklandığı ve AKP hükümeti döneminde Türkiye'nin de taraf olduğu ambargonun delindiği iddiaları gündeme geldi. Süleyman Arslan'ın evinde ayakkabı kutuları içinde paralar bulundu. Genel Müdürlüklük görevinden ayrıldı, sonra Ziraat Bankası'na yönetim kurulu üyesi olarak atandı. Bundan da bir ay sonra (sanırım Ali Babacan etkisi ile) bu görevinden de ayrıldı.

Son 2 yılda bu bankaların isimleri gündeme en üst sıradan düştüğünde, çıkan haberler ne yazık ki hep olumsuz oldu. Haber ya TC oldu, ya 17 Aralık süreci oldu, ya alınamadığı iddia edilen mesai ücretleri oldu.


Yöneticilerin Sendikası

Sendika nedir? En basit anlatımla, çalışanın çıkarlarını (sosyal ve özlük haklar, maaş vb.) korumak ve yükseltmek adına oluşturulan anayasal güvenceye sahip birlikteliktir. Ancak mevzu bahis sendikayı bu iki bankanın üst düzey yöneticileri kurdular. Aslında 1980 sonrası Türkiye'nin sendikal hikayesi bu senaryoya aşina.

Gariplik de burada başlıyor. Yani çalışanın ücretini, hakkını savunması için yönetimle pazarlık masasına oturacak, mücadele edecek, banka çalışanının tarafında olacak/olması için sendika kuruluyor, ama bunu yöneticiler kuruyor. Kendi kendileriyle masaya oturmak için mi?

Garabet sarmalı devam ediyor. AKP ile paralelliği gün gibi ortada olan (HAK-İŞ onursal kurucu genel başkanı Salim Uslu, bugün AKP milletvekilidir) HAK-İŞ'e bağlı sendika kuruyorlar, ÖZ FİNANS-İŞ http://www.ozfinansis.org.tr/

Ancak, Ziraat Bankası ve Halk Bankası yöneticilerinin kurduğu bu Öz Finans İş sendikasına ilk kurulduğında ciddi bir katılım olmuyor. Personel adeta sendikadan uzak duruyor. İşte burada bir kırılma noktası yaşanıyor. Aslında bankanın yönetimi ile içli dışlı olan sendika, bankanın gücünü kullanarak harekete geçiyor.

Sendika genel başkanı ekibiyle birlikte pek çok ilde pek çok şube müdürünü ziyaret ediyor. Bundan da bir süre sonra, şu içinde bulunduğumuz ayda, şube müdürleri “Öz Finans-İş'e üye olmak ister misiniz?” diye tek tek personellerine sormaya ve kayıt memuru gibi “e-devletten” üye olanların isimlerinin kayıtlarını tutmaya başlıyorlar.

Bölgelerde listeler oluşturuluyor, üye olmamış ve olmayan personeller tespit ediliyor ve silsile halinde yöneticilikler şube müdürlerine, müdürler de personellerine baskı yapmaya başlıyor. “Bak, şu şu üye oldu sen neden olmuyorsun?”, “Şu şubenin tüm personeli üye olmuş bu şubede de fire istemiyorum!”,Bir üst pozisyona geçmek istiyorsun ama bak hâlâ sendikaya üye değilsin, yükselmeyi bu halde nasıl beklersin?” gibi iğneli ince ifadelerle bilhassa Ziraat Bankası çalışanları üstünde çok ciddi bir baskı oluşturuluyor.

Banka çalışanı ise, uzak şubelere tayin olmamak (sürülmemek), mimlenmemek, pozisyon değişimlerinin önlenmemesi, yükselmesinin engellenmemesi için “ekmek parası” deyip sendikaya üye olmak zorunda kalıyor. İsteyerek sendikaya üye olanların sayısının oldukça az olduğu bildiriliyor. Ziraat Bankası çalışanlarının çoğu isyanda.

Farklı sendikal yapıların güçlenmesini engellemek ve güya “haklarınızı koruyoruz” denilerek yönetime ve “yönetime” her yönden itaatkâr bir yapı oluşturmak adına banka çalışanlarına sendikal üyelik üstünden zımni baskı kuruluyor.

Sendika üyesi olmamak yada olmak yada üye olacağı sendikayı seçmek, çalışanın özgür iradesiyle ve isteyerek vereceği karar neticesinde olmalıdır.

Türk Ceza Kanununun 118. maddesine göre, “Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

E-devlet şifresiyle www.turkiye.gov.tr 'de yaklaşık 1-2 dakika vakit harcanarak sendikalara üye olunabilir ve aynı şekilde de “üyelikten ayrılınabilir”

TEVFiK BiR / 30 Mayıs 2014
 

16 Mart 2014 Pazar

Zina


ZİNA


SORGUSUZCA BAŞINA BUYRUK DOĞRULARINI SAVUNUYORSUN,
YANLIŞ FİKİRLERDEN YANLIŞ BİR SEN YARATIYORSUN!


Artık bu konuyu işlemenin vakti gelmiştir, bölüm bölüm anlatacağız, başlıyoruz. Konumuz ZİNA yani güncel deyişle gayrımeşru ilişki/seks.

Allah ile aldatanlara karşı, Allah'ın en büyük günahlar içerisinde saydığı, Kur'an'da açık bir dille yasakladığı ve cezasını da bildirdiği zinayı yazmamız gerekiyor. Zina eden kişiye yani zaniye Allah nasıl bakıyor, Kur'an'da ne yazıyor, İslam ne diyor, milletimiz bunu bilsin. Bir kişi namaz kılsın oruç tutsun içki içmesin ama zina etsin, bu nasıl oluyor, bu haldeki kişi ne haldedir, bunu yazacağız. Konumuz özele değil genele hitap ediyor.

Hukuki ve sosyolojik anlamda/tanımla baktığımızda, aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişkiye zina deniyor. Ama halk arasında daha çok evli taraflardan birinin diğerini aldatması olarak anılıyor. Diğer eşin rızası olsa da olmasa da bu zina oluyor. Eşin rızası yoksa burada zina ve aldatma-ihanet-yalan oluyor, zina yanında başka günahları da taşıyor.

İslam açısından ise zina, evlilik dışında kalan tüm cinsel ilişkileri (iki bekâr kişi, bir evli bir bekâr kişi, iki farklı evli kişi yada eşcinsel ilişkiler) kapsamına aldığını görüyoruz. Meşru bir nikâh olmaksızın cinsler arasında kurulan cinsel ilişkiye zina denir (Râgıb, zina mad.). Bugün meşru olan, belediye nikahıdır, toplum önünde evlilik bağını belediye başkanı yada görevlendirdiği memurları kurar, ilan eder ve kayda alır.

Mustafa Kemal Atatürk zamanında, 1926 yılında çıkarılan bir kanunla zina suç olarak sayılmıştı! 2000'li yıllar ile zina suç olmaktan çıkarıldı. Bugün zina hukuken boşanma nedenidir ama artık suç değildir!

"Bu özel değil, geneeel geneeel" diyebileceğimiz, geneli de etkileyen bir günahtır. İslami açıdan "toplum aleyhine günahlardan"dır. Nesli bozduğu, insanı amansız hastalıkların kucağına ittiği ve sayısız ruhsal çöküntüye ve ekonomik sömürüye sebep teşkil ettiği için Kur'an-ı Kerim bunu büyük günahlar arasında görerek yasaklamıştır (Y.N. Öztürk - İslam'da Büyük Günahlar).

Furkan Suresi 68. ayet, 3 BÜYÜK GÜNAH sayıyor ve bu günahların cezasını da 69. ayette bildiriyor. Ayette sayılan 3 büyük günah: Şirk koşmak, insan öldürmek (cinayet) ve zina etmek.

Bu 3 büyük günah için bir sonraki ayette tek bir ceza belirtiliyor: Sürekli (ebedi) cehennem azabı.

Furkan Suresi:
68. Onlar Allah'ın yanında bir başka ilaha yakarmazlar/davet etmezler. Allah'ın saygıya layık kıldığı canı haksız yere almazlar. Zina etmezler. Bunları yapan, cezaya çarpılır.

69. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada (cehennem) ebedi kalır.


Ulemaya bakarsak, ulema ne diyor dersek (!), İslam bilginlerinin bir çoğuna göre, şirk ve insan öldürmekten sonraki en büyük günah zinadır.

İslam'a göre (Nur suresinin ilk ayetleri) zina eden ancak bir başka zina edenle yada müşrikle (Allah'a şirk koşanla) evlenebilir. Bunun harici, müminlere haram kılınmıştır. Zina kadına ne kadar haramsa erkeğe de o kadar haram, erkeğe ne kadar haramsa kadına da o kadar haramdır, erkek kadın arasında bir fark yoktur. Zina öyle büyük bir günahtır ki, Kur'an bu günahı işleyeni toplumsal olarak da cezalandırmakta, onu adeta toplumdan dışlamaktadır.

Böyle günahkâr ve dışlanmış bir kişi, toplumu yönlendirebilecek yönetebilecek mertebede olmamalıdır, faraza cumhurbaşkanı, başbakan, danışman, bakan hatta milletvekili dahi olmamalıdır.

Mümtehine Suresi 12 ve 13. ayetler bu konuda açık ifadeler kullanmıştır.

12. ayette geçen şu ifadelere dikkat edelim: (...) Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri (...)

ve 13. ayetin tamamını yazalım:

13. Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu işlerinizin başına geçirmeyin/kendinize yönetici yapmayın! Çünkü bunlar âhiretten ümitlerini kesmişlerdir. Tıpkı, kabir halkından olan kâfirlerin, ümitlerini kestikleri gibi.

Türkiye Cumhuriyeti, laik bir devlettir, dini kurallara göre yönetilmemektedir. Ancak laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak Anayasa Mahkemesi tarafından ceza almış (1 oy farkla da kapatılmaktan kurtulmuş) bir parti, söylemlerinde İslamı kullanan bir parti, din diyerek toplumu aldatıyorsa, artık ahlaki ve vicdani alanda dinin kurallarına da yanıt vermek zorundadır.

Kişi zina etmişse günahı vardır ve karşılığını Allah'tan alacaktır. Tövbe eder yada etmez, Allah ile arasındadır. Ama kitabımız Kur'an der ki, bu tipleri başınıza yönetici yapmayın! Çünkü bunlar zaafiyete uğramış kişilerdir, günaha batmış kişilerdir, başkaca günahları işlemeye açıktırlar.

O zaman zina sokaktaki adam tarafından işlenmişse sıradandır bizi ilgilendirmez, devlet yöneticisi tarafından işlenmişse toplumu ilgilendirir ve o kişi tüm görevlerinden ayrılmak zorundadır diyebiliriz. Bunun aksi, Kur'an'ın bir başka yasağını daha delmedir, yine bir ihlal yeni bir haramdır. Müteselsilen harama batmaktır. Haramzadeliktir.

Bir komplo sonucu zina kasedi ayyuka çıkan dönemin ana muhalefet lideri Deniz Baykal, doğru olanı yapmış ve herhangi bir bahane bulmadan genel başkanlıktan istifa etmiştir. Zina kasetleri çıkan MHP'li yöneticiler de görevlerinden istifa etmişlerdir. Bunlar son beş yılda gördüğümüz olumlu örneklerdir. İstifa, etik bir davranıştır. Çünkü rezil durumdadırlar ve karılarını aldatmışlardır. Bu mantıkla, karısını/hayat arkadaşını/eşini aldatan ona yalan söyleyen bir kişi, başbakan olursa ülkesini de aldatıp milletine yalan söyleyebilir. Balık baştan kokar. Ülke yapısı bozulur, millet “külliyen zelzilhum” olur.

Furkan ve Mümtehine Sureleri'nden başka zina konusu İsra Suresi'nde de ele alınmıştır. İsra Suresi çok önemli bir suredir, pek çok yasağı sıralar ayetlerinde. Şu yasakları ise ardarda sıralamıştır, demek ki bu günahlardan birine giren diğerlerine de bulaşabilmektedir, günah kapısını açılmaktadır, haramzadelik başlamaktadır:

* “Allah'ın yanına başka bir ilah koyma” (22)
* “Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleri olurlar” (26)
* “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” (31)
* “Zinaya yaklaşmayın” (32)
* “Allah'ın saygıya layık kıldığı cana haklı bir sebep yokken kıymayın” (33)
* “Yetimin malına yaklaşmayın” (34)
* “Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst olun” (35)
* “Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme!” (37)
* Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında çirkin görülmüştür. (38)

Evet bunlar, Allah katında çirkin görülen şeylerdir, yani “fahşa”dır. Fahşa, fahiş, fuhuş ve fahişe sözcükleri, aynı köktendir ve “aşırı derecede çirkin ve iğrenç fiil ve söz” demektir.

Zina, hırsızlık, devlet dolayısıyla yetimin yoksulun malını çalma çırpma, kasılarak yürüme, özel yada kamu malını saçıp savurma, insan öldürme/ölümlere yol açma, Allahmış gibi davranma/Allah'ın yanına başka ilahlar koyma... fahşadır, fahişeliktir!

Allah (c.c.) diyor ki, kendinize böyle fahişelerden yönetici yapmayın! Bir zina durumunda, Allah böyle derken kul (insanlar) “Yakışıklı adam, erkek adam, yapmışsa da helal olsun” derse, burada Allah'ın emrine karşıtlık, Kur'an'a zıtlık, Allah'ın kelamına karşıtlık, Allah'a isyan, şeytana yardakçılık olur. Hele bir de “helal olsun” ifadeleri geçerse bu, şirke kadar gider, haramı kimse helal kılamaz.


Yazıya renk katalım, sanatçı Yunus Özyavuz'dan mısralarla devam edelim,

Sen abartıyorsun rahat yaşamla sapıtmayı
İstanbul üstünden geçmiş bırak kendini korumayı
İyiden iyiye bakıyorum da yoldan raydan çıkmışsın
Tenine dokunan ellerden bir koleksiyon yapmışsın, aferin!”


Böyle bir kişi düşünelim. Sonra değişmiş gibi yapsın, sakal bıraksın ama zihniyeti değişmesin. Allah'ın bunca uyarısına karşın bu kişi sakal bıraktı yada cuma namazlarına gitmeye başladı diye “iyi Müslüman” mı olacak? Allah (c.c) bunu söylemiyor. Saç bakımı yerine sakal bakımı yapmak, insanı iyi Müslüman yapmıyor, günahlarından kurtarmıyor. Burada ikiyüzlülük (riya) yada mecaz anlamıyla takiye (olduğundan farklı görünme) başlıyor. Bu da ayrı bir bataktır.

Bataklığımızda sivrisineklere bakmaya devam edelim. Sıtma taşıyan, hastalık bulaştırıp toplumu kıran sivrisineklere.

Bir ülke hayal edelim, cumhuriyet değil de krallık olsun, uydurun bir tane. Uçağa atlayıp atlayıp zina için Gürcistan'a, Ukrayna'ya, Rusya'ya gidenleri düşünelim, bunlar öyle tek tük sayıda değil de oldukça fazla sayıda olsun, bunlar kraliyetin yanında dolanan tipler olsun, bürokrat olsun, danışman olsun, işadamı olsun, siyasetçi olsun... Kralın aristokratları olsun. Ama kral ve şürekası da çok dindar görünüyor olsunlar. Bunlar Müslüman olsunlar, Sabetayist olsunlar... Allah bu ülkeyi ne yapar?

Allah bu ülkeyi ne yapar dedik, sorumuzun yanıtını Kur'an'da bulduk. Vahiyde anlatılanlar herhangi bir sohbet sırasında konuşulurken hep eksik ifade edilir halk arasında, “Firavun yarılan denizde boğuldu” denir. Hayır! Şuara Suresi 60. ayette “Firavun ve adamları” der. Peygamber (resul) Musa; insanları köle eden, tüm maddi varlıkları kendine adatan ve güçlü bir krallık kuran Firavun ve onun yönetimine (Firavun'a tapanlara, yardakçılarına, adamlarına) Allah'ın desteğiyle baş kaldırmıştı. Firavun ve adamları, Musa ve ondan taraf toplumunun peşine düşmüştü. Firavun'un bile zulmü kalıcı olmadı. Firavun ve adamları, Allah'ın gazabına uğradı, denizde boğularak geberdiler.

Yani zulmü eden kadar, ona destek çıkan diğer adamların/zalimlerin da günahı vardır. Hepsi birden sorumlu kılınmış ve imha olunmuştur.

Şuara suresi 67. ayette der ki, “Bunda elbette bir ibret vardır”.

İbret alabilene. Dua edelim. Allah bizleri zalimlerden, zanilerden, hırsızlardan, müşriklerden, kasılarak yürüyen çenelerine bukağı geçirilmişlerden korusun.

Hz. Musa da bizim gibi Allah'a dua etmiştir ama dua edip oturmamıştır, bir şeyler yapmıştır, mücadele etmiştir. Bilinen tüm peygamberlerin hayatları aslında zorba yönetim ve toplumlarla mücadeleyle, zalim yöneticilerine isyanla geçmiştir.

Müslüman toplumlar isyanı yanlış görürüler halbuki. Emevilerin zorba yönetim ve anlayışının toplumlara yapışmış kalıntısı olabilir. İsyan, zalime karşı ise edilmelidir! İslam buna cevaz vermektedir. İsyan önce dilde ve yazıda başlar. Arap toplumlarında zılgıt çekmek, isyan başlangıcının, direnişin işaretidir. Yazılar, kalemler, bazen kılıçtan keskin olabilmektedir.
Yazıyorum o halde fikrimle, düşüncelerimle isyan ediyorum!

TEVFiK BiR / 16 Mart 2014

2 Mart 2014 Pazar

Kutuların Sessizliği


Kutuların Sessizliği

Halk-vatandaş kendi kendisini yönetirse cumhuriyet olurmuş. Cumhuriyeti arıyorum, halkı arıyorum...

Vatandaşın kutusu var mı?
Vatandaşın banyo keseleri içine saklanmış para desteleri var mı?
Vatandaşın özel görüşmeler yapmak için “gizli”, görüştüğü tek kişiye özel telefon hattı var mı?
Vatandaşın, işadamlarının milyonlarca dolarlık-euroluk para akıttığı vakıfları var mı?
Vatandaş banka hesabında değil “kolunda” 700.000 TL taşıyabilir mi, halkın kol saati kaç paralık?
Vatandaşın kalan üç-beş kuruş parası yani “bir milyonu” var mı?
Vatandaşın eritmesi gereken 30 milyon eurosu var mı babacığım?
Vatandaşın kağıt kırpma makinası var mı?
Vatandaşın lüks villaları, milyonluk konutları var mı?
Vatandaşın televizyon kanallarındaki programları beğenmediğinde kapattırma hakkı var mı?
Vatandaş üzüldüğünde, kendisinden “çok özür dilerim efendim sizi üzdüğüm için çok özür dilerim mahcubum” diyen yalakası var mı?
Vatandaşın milyarlarca dolarlık kara para transferi yapma hakkı var mı?
Vatandaş tutuklanırsa onu kurtarmak için seferber olacak güçlü kişilerle tanışıklığı var mı?


Allahıma bin şükür, vatandaş, millet böyle değil.
Kutusunda ayakkabısı var, onu da silmek için alacağı süngerin ucuzunu bulmaya çalışan vatandaşım.
Emeğiyle, teriyle kazanır gelir evine, temizlenmek için banyoda kullandığı kesesi, lifi var.
Vatandaşın telefonu var, öğrenciyse bakiyesinin kalmamasına yanar, faturalı hattı varsa verdiği vergilere her ay söver, mecburen o faturayı öder.
Vatandaş vakıf-dernek de bilir. Kan verdiği Kızılay'ı, kurban derisi verdiği THK'yı bilir.
Vatandaşın banka hesabı var, ama hesabı “kredi geri ödemesi” için var, KMH hesabı ekside, kredi taksitleri ödenmeye çalışılıyor, kredi kartı harcamaları asgari yada biraz fazlasıyla idare edilmeye çalışılıyor.
Vatandaşın eritmesi gereken parası değil, borcu var.
Vatandaş arta kalan parasını sıfırlamak için ev almıyor, ailesiyle güvenle yaşamak için, kiradan kiraya zırt pırt taşınmamak ev alıyor. Onu da konut kredisi çekip alıyor, konut kredisi çekmiyorsa da emeğiyle yıllarca biriktiriyor parasını, vergisini kuruşu kuruşuna ödeyerek.
Vatandaşın beğenmediği kanalı kapattırma hakkı yok ama elinde kumandası var, kızarsa da basıyor kırmızı tuşa.
Vatandaş üzüldüyse, onu teselli eden gerçek dostları var.
Vatandaşın milyarlarca dolar eft yapacak parası, var desem inanır mısınız?
Vatandaş tutuklanırsa, artık şansına, hakim ne zamana duruşma günü verirse, aylarca yıllarca içeride kalma hatta unutulma ve sonra pardon denilme hakkı da var.


Demek ki, halkı halk yönetmiyor, bugün cumhuriyet yok, oligarşik bir yapı var, istediğini istediği gibi yapabilen, dokunulamaz ve yargılanamaz bir zümre yönetimi var.
Bülent Arınç'tan duymuştuk, bugün SİSTEM'e karşı söyleyince cuk oturuyor “şeyini şey ettiğimin şeyi”. Şey, belgisiz zamir. Artık kim nasıl anlam verirse. Çünkü onca tape ve ses kaydından sonra, iktidar yerinde duruyor ve yargı-Anayasa Mahkemesi hiçbir şey yapmıyorsa, sözcüklerin de pek bir anlamı kalmadı.
Ve demişlerdi, “Allah verdikçe veriyor” diye. Allah değil ama ŞEYTAN VERDİKÇE VERMİŞ SİZLERE.
Dünya, Karun'u gördü, hazinelerinin anahtarlarını güçlü bir topluluk bile zor taşırdı, azgınlık ve bozgunculuk etti, kendisinden ve hazinesinden eser kalmadı, bir tek ibret olsun diye Kur'an'da ismi anıldı, tıpkı Firavun ve Hâmân gibi...

Sanatçı Yunus Özyavuz'dan mısralarla bitirelim:
Görüldü kirlilerin arif eteğine yüz sürdüğü
Görüldü yıkılacak duvarların örüldüğü
Duvarların hiç yıkılmayacakmış gibi örüldüğü
Bu kaçıncı yıkık duvar, onların altında gömüldüğü.”

TEVFiK BiR / 02 Mart 2014

23 Şubat 2014 Pazar

Bölünmeye Doğru Geri Sayım


Bölünmeye Doğru Geri Sayım

1999 yılında APO yakalanmış, terör örgütü PKK çözülme sürecine sokulmuştu.

2000 (22 şehit), 2001 (0 şehit) ve 2002 (6 şehit) yıllarında terör faaliyetleri neredeyse bitmiş ve örgüt çözülmüştü. Bu yıllar huzur dolu "PKK bitti" dönemiydi.

Kasım.2002'de AKP hükümeti kuruldu. Bu AKP dönemiyle birlikte terör örgütü PKK toparlanmaya ve tekrar eski gücüne kavuşmaya başladı. Bölgede devletin yerine ondan daha güçlü ve söz geçiren bir “fiili güç ve egemenlik merkezi” oluşmaya başladı. Topyekûn Başbakan, AKP'li bakan ve yöneticileri bu projenin parçalarını oluşturdular. Bülent Arınç TBMM Başkanı iken, Leyla Zana ve şürekası bölücülere TBMM'de "onurlarına" yemek verecekti! İlerleyen yıllarda Habur rezaletini gördük, tüylerimiz diken dikendi, Habur milattır. Bu bölücü ve yıkıcı süreç Kasım.2002'den bugüne, adım adım, 12 yıldır devam ediyor.

Sonrasında ve bugün, APO fikri özgürlüğüne kavuşmuştur, "50.000 kişinin kanı döküldü, 500.000 kişinin daha dökülmesin" demektedir, 76.000.000'luk Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti'ni alenen cezaevinden tehdit edebilmektedir..! Tayyip Erdoğan iktidarının izniyle, BDP'liler APO'yla istedikleri zaman görüşmektedir ve fikirlerini bölücülere ve Kandil'e taşımaktadır. Kuzey Irak'ın (Irak'ta kurulan kürdistan Özerk Bölgesinin) lideri bölücü Mesut Barzani Diyarbakır'da Tayyip Erdoğan'la sahne almıştır.

Tayyip Erdoğan ve partilileri ise büyük bir yalancılık oyunu sergilemektedir. Batıda, batılı illerde AKP seçim minibüsleri “Tek Bayrak, Tek Devlet...” diye Tayyip Erdoğan'ın sesinden konuşmaları bangır bangır verirken, aşırdıkları Türkçü Dombıra parçasını çalarken, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerindeki kimi illerde AKP kürtçe anonslar yapmakta, kürtçe afişleri reklam panolarında yer almaktadır. AKP, Türkiye'ye karşı bölücü siyaset uygulamaktadır.

Tüm bunlarla birlikte, son 2 aydır da bebek katili APO, Türk milletinin hayatına sokulmaya başladı, operasyon başladı. APO, beynimizde 1999 yılındaki yakalanma görüntüleriyle (Türk Bayrağı önünde korkak, sinmiş ve salak yüz ifadesiyle) anımsanırken, 2014 yılında çekilmiş fotoğraflarını gördük yani "güncel APO'yu gördük". Saçları beyazlamış, kilo almış diye uzun uzun anlattılar bize şeytanı. Fotoğraflardan birinde "neşesi" dikkat çekiyordu, gülüyordu şeytan. Kim olsa gülerdi milletin bu haline, ülkenin bu durumuna.

Ardından herifin sesini dahi hatırlamazken sesini hatırlattılar bize, APO'nun yakalandığı dönemde “korku halinde” ettiği binbir yalanı dinletmeye başladılar. Bunun bize katkısı ne? APO o dönem ne demişse demiş, bugün ne diyor ne yapıyor biz ona bakmalıyız. “Aaa bak APO Türkiye için hizmet edeceğim, Türkiye'yi büyütelim diyor, aslında o da bizden, o da kullanılmış” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bir kesım, “terörist başı bebek katili APO” değil buna “İmralı” derken, diğer bir kısım ise onu normalleştirmeye çalışıyor!

Karşınızda 35.000 insanın katili ve dış devletlerin maşası vatan haini terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan var. Kaçırdıkları askerlere, subaylara, öğretmenlere işkence yapan, binlerce askerimizi ve şehirlerde patlattığı bombalarla sivillerimizi şehit eden, uyuşturucu silah tütün gibi her şeyin kaçakçılığını yapan ve devleti her açıdan milyarlarca zarar uğratan bir terör örgütü PKK ve APO var. Aslında sorgu yayınıyla APO'nun unuttuğumuz sesini de hatırlattılar bize. Terörist başı 1999'da yakalandı, aradan 15 yıl geçti ama bize sesini de görüntülerini de “2 ay içinde” sanki ortak hareket edermişcesine hatırlattılar. İlginç!

Artık fikri olarak özgürleşen APO'nun fiilen özgürleşmesi dönemi getiriliyor. 01.Nisan.2014 (o günlerde) BDP'li belediyeler, fiilen ve direnişle Kürdistan'ı ilan edeceklerdir. Cumhuriyetin ilanındaki Kürt isyanları gibi bir topyekûn silahlı kalkışma yaşanması olasıdır. Yugoslavya, Lübnan, Suriye ve Ukrayna gibi örnekler var, uluslararası SİSTEM operasyonlarıyla dağıtılan ülkeler. Bu bölücü ve yıkıcı sürece millî tepkiyle karşı konulmazsa, APO cezaevinden (herhangi bir bahaneyle/hastalık olabilir) çıkarılacak, Türkiye federal düzene sokulacaktır.

Anadolu'yu Türkleştiren Alparslan ve anadoluda devletleşen Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasına ihanetle, Türkiye, tekrar beylikler dönemine dönecek midir?

Ukrayna'da yaşananları ibretle izleyelim, orada aslında neler dönüyor görelim, ki bunları Milli İrade Birliği'nden (MİB) sayın Banu Avar ve diğer MİB yazarları bilgi dolu ve etkileyici kalemleriyle bizlere anlattılar. Bir ilave yapalım. Ukrayna'nın doğusu (Rusya yanlısı denilen bölge) Ortodoks, batısı (AB yanlısı denilen bölge) Katoliktir ve Ukrayna'da mezhep farklılığı da yıllar yılı körüklenmiştir, Ukrayna'nın olası parçalanmasında bu unsur da denkleme katılacaktır. İşte tıpkı bugün federalleşmeye ve belki de bölünmeye doğru giden Ukrayna gibi olmayalım, uyarıyoruz!

Bu bir düzen. Önce “millî”lik gider, ulusal değerler yani sizi siz yapan özellikleriniz silinir, üniterlik gider federalleşirsiniz, tüm dünya ülkeleri bu doğrultda yapılandırılır. Bu, tıpkı bir estetik ameliyat gibidir; tek tip burun, hafif çıkıntılı elmacık kemikler, silikonlu dolgun dudaklar... Holivud (Hollywood) yıldızı kadınlar gibi olursunuz, hepizin yüzü aslında birbirinizin aynısıdır, belki bir süre güzel bile görünebilir ama sahtedir. O dudaklar yamulur, silikonlar patlar, burun çöker... Son olarak da paramparça edilecek, şehir devletleşecek ve şirketlerin milletleri yönettiği YENİ DÜNYA DÜZENİNE doğru yol alınır...

Bunlar yaşanmasın diye dua da edelim, feysbuk'ta tıvitır'da yorumlar da yazalım, hoşumuza giden bizi güldürürken düşündüren karikatürler de paylaşalım, haberleri izlerken söylenelim saydılarım, evet, ama gelin artık bizler sanaldan çıkıp fiilen gözlerimizin içine bakarak gönüllerimizi ortaya koyarak birlikte hareket edelim, parti/sandık/çıkar dışı bir oluşum olan ve her cenahtan vatanseverlerin buluşacağı Milli İrade Birliği'nde birlik olalım, bölünüp parçalanmaya hep birlikte DUR diyelim!

TEVFiK BiR / 23 Şubat 2014

26 Ocak 2014 Pazar

Du Bakem, Daha Neler Olcek!


Du Bakem, Daha Neler Olcek!

"Giderken Bitenler ve 2014'te Olacaklar" adlı yazımda bu yılla ilgili beklentilerimi yazmıştım. Konuya yeni şeyler ekleyelim. 30.Mart.2014 yerel seçimlerinden sonra bir takım gelişmelerin olması beklenebilir. Uluslararası güçlerin mücadelesini bu topraklarda biz yüzlerce yıldır görüyoruz. Kaynakların üstüne akbaba gibi çökme mücadelesi, paylaşım mücadelesi.

İşaretin verilmesiyle yeni parti kuruluşu başlar, AKP'den toplu milletvekili istifaları ve belediye başkanlarında AKP'den kopmalar görülür, bunlar ciddi sayıya ulaşır. İlk dalgada kaç milletvekilinin istifa edeceği ile ilgili yaklaşık bir sayı verilebilir, ancak henüz zamanı olmasa gerek. Saadet Partisi'nden "yenilikçi-ılımlı" kanat kopmuş ve AKP yaratılmıştı, emperyalizme (CFR-Bilderberg'ci yapıya, Küresel SİSTEM'e) bağlı sermaye-medya desteğiyle iktidara taşınmıştı. AKP gebedir ve belki de kendi ölümüyle bitecek bir doğuma girmek üzeredir (SP gibi, belki DSP gibi). Büyük olasılıkla bu yıl içinde AKP'nin bölünmesini, "dürüst" olarak lanse edilecek kanadın partiden kopmasını ve partileşmesini izleyebiliriz.

AKP'nin bölünmesi ve iktidarını kaybetmesini tetikleyecek olası nedenlerden biri, AKP'nin içinden yeni bir parti kurulacak olması ise, bir başka neden de Nisan.2014 itibariyle yeni ses-görüntü kasetlerinin çıkabilmesi olasılığıdır. Kimin ne kasedi vardır yoktur, çıkar çıkmaz bilemiyoruz ama Deniz Baykal'ı hatırlıyoruz, MHP'li genel merkez yöneticilerini hatırlıyoruz, şu son haftalarda ortaya dökülen ses kayıtlarını hatırlıyoruz ve bir teoride bulunuyoruz, hakkımız olsa gerek. Ayguci de (başbakan) bu beklenti içindedir ki, yargu(mahkeme) kararı olmadan TİB'in resen vereceği kararla istediği internet sitesine yayın yasağı/engeli koyma çalışması ortadadır, aygucinin çalışması teorimizi destekliyor.

Emniyete, MİT'e ve başka kurumlara bakıyoruz, panikle topyekûn görevden almalar-tayinler görüyoruz, üstüne 2 hafta geçmeden, “alınanların yerine gelenlerin” de yerlerine yenileri geliyor. Kararsızlık, "adamsızlık" var. Yazar Ergün Poyraz, şehit yazar Necip Hablemitoğlu ve nice aydınların kitaplarında açıkladıkları “F-Tipi kadrolaşma” bilgilerinin ispatıdır. Emniyet F-tipileşmiş, iktidarlar iktidar kuramıyorlar, muktedir olamıyorlar. Velhasıl, yerel seçimlerden sonra "zelzilhum"lar devam edecek gibi duruyor, kimlere kimler kimbilir ne operasyonlar yapacaklar, ne rezillikler göreceğiz.

Yerel seçimlerden hemen sonra artık gündeme cumhurbaşkanlığı seçimleri oturacak, olası adayların belki de rüzgarını güçlendirmek için rakiplerin geçmişte imzaladıkları bugün bize rezillik-ihanet gibi gelecek belgelerin suretleri ortaya saçılabilir, bunu da iddia edebiliriz, iddia ifademiz çok iddialı ise, teori diyebiliriz.

Bitti mi, bitmez. Dağların ardından, okyanusun ötesinden. İstanbul Şehir Hatları (sonradan İDO'laşan) vapurundaki pazarlamacı Burhan gibi, ekleye ekleye devam edelim. Hükümet eliyle, İmralı denen adada terörist başı bölücü katliamcı hain cani ermeni dölü Abdullah Öcalan'a krallık kuran yapı bakalım ne yapacak yerel seçimlerden sonra? Çok uzak şeyleri konuşmuyoruz. Yıllarca paranoya dediler, bugün gerçekleşiyor, bunları diyenler Küresel Sistem'in etki ajanlarıydı, yağ gibi suyun üstündeler.

Yerel seçimlerden sonra BDP'li belediyeler kürdistan için "demokratik özerklik" ilan edebilir, hepsi birden, topyekûn. Bu çok yakın bir ihtimal. Irak'ta Kürdistan kuruldu, Suriye'de de geçtiğimiz hafta Kürdistan için özerklik ilan edildi. Bizim ülkemizde de bir devlet ve iktidar krizi var. Kürdistanın kuruluşuna fevkalade uygun bir zemin oluşturuldu.

Bakıyoruz Zaman Gazetesi de Cumhuriyet Gazetesi de Radikal'i de daha nicesi de, güneydoğu ile ilgili haber verdiklerinde kürdistanı kurulmuş olarak yazıyorlar, tanıyorlar, coğrafya kürtçe konuşanlara-İsrailist Kürtlere teslim ediliyor yazılarda, <Ortasu (Roboskî)> diye yazıyorlar haberlerinde, niceleriyle! Kürtleştirilen halkın kürtçeleştirilen yer adları, şu an parantez içlerinde, isyan ile özgürlük bekliyor(!) Türk Milletinin kürtçe konuşan kesimi özerklik ilan ettiler diyelim seçimlerden sonra, kim umursar bunu? Zaten mesele de bu, ya umursanmazsa? Gündem umursatmazsa. O zaman Türkiye bölünür. İster bilfiil sınır değişikliği olsun, ister federasyon kuruluşu yoluyla üniterliğin silinmesiyle olsun, bölünür.

Umursanırsa da, acaba “bölücü PKK'nın İsrailist Kürtleri” özerklik ilanına karşı gelebilecek bir müdahaleye karşı direniş geliştirmek üzere yığınak-hazırlık yaptılar mı? Oslo görüşmelerinde MİT bunu açık açık ifade etti aslında. O günden bugüne de yıllar geçti! Kimbilir başka neler oldu! Araç bagajlarında değil, tırlarla silah sevkiyatının yapıldığı, cirit atan yabancı devlet ajanlarının sayısının binlerle ifade edildiği bir ülkede/Türkiye'de, Suriye'ye terörist ihraç edildiği ve Suriye'den sığınmacı teröristlerin ithal edildiği bir dönemde... Kim bilir neler var bu topraklarda, neler doldu, toprak altlarına, depolara... Güneydoğu ve doğuyu tahmin etmek zor değil de, diğer bölgelere, Batı'daki kentlere, belki başkente.

Üniversitelerde '80 darbesi öncesi görüntüler var. Vatanına milletine laf söyletmeyen kanı deli gençlerle terör örgütü PKK yandaşı gençler kavga ediyor, medya bunu “karşıt görüş”lerin kavgası olarak veriyor, çok tehlikeli. Bu, hangi partiden olursa olsun terörizme karşı gelen vatansever gençleri radikalleştirir, belki de istenen budur! Bu senaryoyu bir üst paragrafa bağlarsak, olası demokratik özerklik sonrası olası devlet müdahalesi sonrası olası çatışmalara, resmi kuvvetlerin dışında sivil tarafın çekilmesi (iç çatışma ortamının yaratılması) için öncelikle ülkücüler/MHP hedef alınır mı? Devlet bu senaryonun oluşmaması için önlem alıyor mu?

Bu aralar "kutudan kaç çıkacağını" bilen STV dizilerinde de (Şefkatli dizilerde) PKK'nın güneydoğuda ve batıda silah depoları oluşturduğu, iç savaşa hazırlık yaptıkları iddiları işleniyor. Tesadüf olsa gerek!

Olasılık olasılık üstüne, 2014 temiz bir yıl olmayacak ama belki temizlenmeye vesile olabilir. Bunca olasılıktan sonra ekonomi ne olur? Ballı kaymaklı dönemin sonuna gelindi. Farklı nitelikte ve müteselsilen tüm sektörleri etkileyecek bir kriz kapıda, hatta kriz tüneline girmeye başladık. Farklı bir krizin yolundayız. "Dolar 1.90'dan 2.35'e çıktı" meselesiyle kalacak bir durum da olmaz bu. İmkanınız varsa, tasarruf yapmaya başlayın, elinizde nakit/nakte çevrilebilir paranız olsun!

Ne olur, ne olmaz. Hele bir yerel seçimler geçsin, esas o zaman "bakcez" ve “görcez” ülkede daha neler "olcek".

TEVFiK BiR / 26 Ocak 2014

Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.