25 Mart 2010 Perşembe

Haham Gibi Hakan Uzan

-->
Haham Gibi Hakan Uzan


Uzan ailesinin bugün itibariyle Türkiye'ye borcu, daha doğrusu hortumlanan paralara karşın yapılan el koymaların, hacizlerin yetmediği hortum maliyeti 10.8 milyar dolar.

Banka hortumlamak, yaşadığın ülkeyi ve milleti soymak, parasını çalmak, İslam dinine uygun mudur? Uygun olmadığı açıktır. Ancak bunun yalnızca İslamiyette değil Yahudilikte ve onun fraksiyonu Sabetay inançta da kabul edilebilir bir şey olmadığı bilinmektedir. Dinin emirlerine bu açılardan isyan ettikleri açıktır.

Bu Sabetay meselesi şimdi nereden çıktı demeyin. Burada amaç asla kimsenin inancını sorgulamak ve bu yolla yargılamak değildir, olamaz da, bu yanlış olur. Biz burada Uzan ailesine ve ailede kullanılan isimlere “isim bilim/onomastik” yardımıyla bakacağız. Her ismi ayrıntılarıyla aktarmayacağız çünkü bu, yazının altı yedi sayfayı aşmasını rahatlıkla sağlar. Amacımız öz ve anlaşılır bir nitelikte yazı yazmaktır. İsimlerindeki ilginç İbrani kökleri tespit edip, onları daha yakından tanımaya çalışmaktır. İlginç rastlantıları tespit edip, yorumu ve sonucu siz değerli okuyuculara bırakmaktır.

Uzan çiftliğine yapılan polis baskınında Uzi marka silahlar ele geçirilmişti. Uzi silahının mucidi Uziel Gal adındaki bir Aşkenaz Yahudisi'dir. Uziel, Nur/Işık anlamına gelmektedir. Uziel kelimesi daha kısa olarak Uzi ve Uz diye de kullanılmaktadır. Bunu not ediyor, konumuza dönüyoruz.

Yazar Yalçın Küçük, İsimlerin İbranileştirilmesi kitabının 186. sayfasında “Ozan” ve “Uzan” isimlerinin aynı anlamda olduğunu, ikisinin de İbrani “Oz” yani güç/kuvvet sözcüğünden geldiklerini haber vermektedir. Ayrıca İsrail'de ve dünyada Yahudiler arasında “UZZAN” ve onun türetilmişi “UZZAMAN” soy isimlerinin kullanıldığını görüyoruz. UZAN'ı, UZZAN'dan gelme olduğunu düşünmek daha isabetli olacaktır.

Ozan'ı, Türkçe'deki “şair” sözcüğüyle karıştırmamak gerek. Bu isimleri her kullananın İbrani olduğunu söylemek elbette bilim dışılık ve delilik olacaktır. Ancak, sizin sıradan bir arkadaşınızın bu isimleri taşıması ile patron/baron/üst düzey insanların bu isimleri taşımasını farklı algılamak gerekmektedir. Hele ki kişi 1980 ve özellikle 1990'larla birlikte zenginleşmiş ise!

UZAN'lar, Saraybosna civarından gelerek Sakarya'ya yerleşmiş Balkan göçmeni bir ailedir. Bu ailenin vitrin ismi ve Kasım.2002 seçimlerinde %7 oy alan zamanın Genç Parti'sinin kurucu genel başkanı Cem Cengiz UZAN ile başlayalım.

Cem ismi, Türkiye'de tüm gayri müslimler tarafından rağbet gören isimlerdendir. Cem ismini Arapça “toplanma, toplama, bir araya getirme” anlamında görebileceğimiz gibi İbranice'deki Şem/Şamaim yani "cennet" sözcüğünden türetilmiş bir karşılık olarak da görebiliriz.

Hem Hıristiyanlarda hem Musevilerde hem de Sabetayistlerde Cem adının kullanımının yaygınlığını görmekteyiz. Museviler arasından Cem isminin kullanımına bir örnek vermek gerekirse, Musevi Cemaati Türkiye Hahambaşılığı resmi internet sitesinde yer alan “doğumlar” kısmında 04 Mart 2010 günü doğan Musevi çocuğa “Cem Yosi Hara” isminin konulduğu görülmektedir. Aynı şekilde Cengiz isminin Sabetayist isim listesi içinde yer aldığı bilinmektedir.

Cem UZAN'ın ilk eşi, Feyyaz BERKER'in kızı Şebnem BERKER'dir. BERKER soy ismi Berk (Berg) ve Er kelimelerinden oluşmaktadır. Sabetayist isim kullanım kurallarına/yöntemine göre Berk isminin berg'den geldiğini, “dağ” anlamı taşıdığını ve bunun Sabetayist kullanımda yaygınlığının, Moşe'ye (Hz. Musa) Tanah'ın (Tevrat) dağda inmesi nedeniyle Tanah'a (Tevrat) bir atıf olduğunu biliyoruz. Sabetayist isim kullanımında ismin sonuna yada bazen başına adeta takıntılı bir biçimde anlamlı anlamsız “er” takısı eklendiğini biliyoruz.

Feyyaz ismi “bereket ve bolluk veren” anlamındadır ki Tanah'ta yer alan bir kavramdır. Feyyaz BERKER, neredeyse tüm üyelerinin Sabetayist/İbrani kökenli olduğu bilinen TÜSİAD'da tam 10 yıl başkanlık yapmıştır.

Cem Cengiz UZAN'ın Şebnem Hanım'dan olma iki çocuğu vardır. Birisi Dilara Gizem, diğeri Sinan Kemal. Sinan, dönme dediğimiz Sabetayistler arasında çok kullanılan ve tipik bir isimdir. Sinan ismini alışveriş yaptığımız bakkalımız taşırsa biliriz ki o Müslümandır, ancak bu ismi zengin/soylu/üst düzey bir kişi veya onun bir akrabası taşıyorsa ondan şüphe etmek gerekir. Burada hiçbir şey rastlantı eseri değildir.

Dilara ismini ve ileride göreceğimiz Alara ismini Farsça kökende ve kaynakta aramak yanlış olur. İbranice ile bağlantılı “lara” kelimesine gitmemiz gerekir. Sonunda “lara” bulunan isimler Sabetayist isim listesi içinde yer almaktadır, kullanılmaktadır.

Gelelim diğer evliliğe. Emre GÖNENSAY ile eşi Aylin KOÇiBEY'i görmemiz gerekli. Aylin KOÇİBEY'in erkek kardeşi Renç KOÇİBEY'dir. Renç KOÇİBEY'in iki kızı var. Birisi Seben, diğeri Alara. Cem UZAN'ın ikinci evliliği Alara KOÇİBEY iledir. Renç kelimesinin Türkçe olmadığını söylemeye zaten gerek yoktur. Aylin kelimesi ise Ayla ile eş anlamlı olarak “hale” anlamına gelmektedir yani "ay ve bazı yıldızların etrafındaki ışık çevresi". Seben kelimesi ise ilginçtir “Yüksek Dağ” anlamına gelmektedir. Alara ise Türkçe'de isim olarak anlam ifade etmemektedir.

Emre ismini Farisi kökenden öte, Yahudiler arasında sıkça kullanılan, özellikle Hazar Yahudisi kökenli Sabetayistler ve Kripto Yahudiler arasında kullanılan İmre kelimesinden geldiğini görebiliyoruz. Emre, Türkçe'de en çok kullanılan isimlerdendir. Sıradan Emre'lerin “arkadaş, kardeş, halk şairi, aşık” anlamlarında kullanıldığından şüphe yoktur. Ancak yükseklerdeki (!) Emre'ler, dikkat çekmelidir.

Cem UZAN – Alara KOÇİBEY çiftinin çocukları Renç Emre ve Yasemin Paris'tir. Yasemin ismi neredeyse tüm dünya dillerinde kullanılan İbrani kökenli (İbranice-Arapça) kökenli müşterek isimlerdendir. Emre ve Yasemin, Avrupai tipte çok tatlı ve sarışın çocuklardır.

Ailenin diğer fertlerine gelelim. Murat Hakan UZAN eşi Özlem (KIZILKAYA) UZAN, oğulları Ata Kemal UZAN'dır. Murat Hakan'ın kardeşi ve Kemal UZAN'ın bir diğer çocuğu Ayşegül (UZAN) AKAY ve onun çocukları Ceyda AKAY ve Melahat Sara AKAY'dır.

Murat isminin İbranice karşılığı Marad/Moryat olarak mevcuttur. Özlem isminin anlamına karşılık, “Erez İsrael” özlemi olarak görülebilmektedir. KIZILKAYA soyadındaki Kaya ilgimizi çekmektedir. “Kaya”, Sabetayistlerin kullandığı tipik isimlerden biridir. İsim ve soy isim olarak mevcuttur. Gerek Dışişlerinde gerek büyük makamlarda gerekse büyük ailelerin isimlerinde Kaya ismi görülebilmektedir. Aynı zamanda Gaya ismi İbranice'de mevcuttur. Örnek olarak İsrail'de Gaya isminde ünlü bir şarkıcı görmekteyiz. Örnekler artırılabilir. Karşılığı ve kibarlaştırılmış hali olarak Kaya görülebilir.

Ata ismi, Türkiye'de halk tabanında, örneğin milli kaynananın rahmetli oğlu Ata TÜRK'te görüldüğü üzere Atatürk'e ithafen konulmuş, Atatürk sevgisiyle konulmuş olabilir.

Ancak Ata, İbranice'de hem Hz. İbrahim'i temsil etmekte, hem de ondan öte Tanah'ta (Tevrat) ve Hanuka duası içinde birebir “Ata” kelimesi (mecazi söyleyişle “Tanrı” anlamında) kullanılmaktadır (Baruh Ata Adonay).

İsim olarak “Tanrı” adının verilmesi ilginç gelebilir ancak unutulmamalıdır ki İslamiyette de Allah'ın 99 ismi “abdul” ön eki ile yada ön eksiz “insan isimlerinde” ve “erkek” isimlerinde kullanılmaktadır.
O kadar modern(!) isimlerin içinde Ayşegül'ü görmek bizi saşırtmış olabilir. Ancak Safarad (İspanyol) Yahudileri'nden Sabetayizm'e geçme olarak anlaşılabileceği üzere “gül” önemlidir. Ayşegül içindeki “gül”ü buraya bağlayabiliriz. Yukarı tabakada Sevi/Sevil'li isimler ne kadar çoksa, Işık'lı Kaya'lı Kara'lı isimler ne kadar çoksa “gül” de en az o kadar çoktur.

AKAY soy ismi ise, yine karşımıza “parıltılı ay, ışıltılı ay” anlamında çıkmaktadır. Gökyüzü, evren ile ilgili isimlerdendir. Işık, yıldırım, bulut, güneş, yıldız, hilal vb. isimlerle bu gökyüzü meselesi örneklendirilebilir. AKAY soy isimlilere dikkat etmek gerekir.

Ceyda isminin Sabetayist isim literatüründe olduğunu biliyoruz ancak kökenini ve nedenini tespit amacıyla çalışmaktayız.

Sara kelimesini ise, (Farsça'da da yer alır) İbranice'deki Sarah sözcüğünden geldiğini görebiliriz. Türk müslümanlar içinde yaygın kullanıma sahip değildir. Daha çok Sabetayistler ve kripto Yahudiler içinde yaygındır. Sara yada Sarah ismi özellikle Amerikan yapımı filmlerde/dizilerde çok kullanılan isimlerdendir. Hollyvood oyuncuları içinde hatırı sayılır Sara/Sarah'lar vardır. Bunların Yahudi kökenli oldukları bilinmektedir.

Türkiye'de belki de hiç fötr şapka içinde görmediğimiz Murat Hakan UZAN, 24 Mart 2010'da İngiltere'de gerçekleşen duruşmaya neden fötr şapka ile gitmiştir. Fötr şapka, çeşitli modelleri yer almakla birlikte, Yahudi geleneksel kıyafetinin bir tamamlayıcısıdır. Hakan UZAN duruşma çıkışında tipik bir “Yahudi işadamı görüntüsü” vermiştir. Hakan UZAN adeta bir haham gibidir!

Cem UZAN'ın yedi kez Umre'ye gittiği, Kuran-ı Kerim'in iki ayrı tefsirini defalarca okuduğu , cuma namazlarını kılmaya özen gösterdiği söylene gelir. Doğru da olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, Soner Yalçın'ın Efendi kitabı ile hatırı sayılır ölçüde “hacının” ve bir kısım da “hocanın” Sabetayist olduğunu görüyoruz. Sabetayist olduğunu açıklayan Cemil İpekçi de Umre'ye gitmek istediğini ancak bunun olmadığını (büyük olasılıkla cinsel tercihi ve dış görünüşü nedeniyle), bu olmayınca da Mescid-i Aksa Camiine gittiğini, günlük yaşantısı içerisinde zaman zaman Kuran-ı Kerim'i okuduğunu açıklamıştır.

Sabetayist esaslar içinde “Türklerin gözlerini örterek … gözün gördüğü her şey kusursuz olarak yerine getirilmelidir” öğretisi ile “kendisinden şüphe duyulmayacak ölçüde” İslami ritüelleri ve ibadetleri gerçekleştirdikleri bilinmektedir.

Yazımızı Yazar Nedim Şener'in “Uzanlar Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adlı kitabının arka kapak yazısının bir kısmı ile bitirelim: “Her şey 24 Ocak 1980'de açıklanan ekonomik istikrar tedbirleri ve ardından gelen 12 Eylül 1980 darbesiyle başlamıştır. Serbest piyasacı söylemiyle ANAP Genel Başkanı Turgut Özal'ın damgasını vurduğu 1980'lerde yaratılan yeni sermayedar kesim, 1990'lı yıllarda “gösteriş ekonomisinin” vitrinini oluşturmuştu. Türkiye'nin en büyük holdinglerinin sahipleri tarifeli uçakla seyahat ederken, onlar özel uçakların en pahalısına sahip oldular. Yatların en gösterişli olanı, boğazın sırtlarında villa, kenarında yalı olmazsa olmazlar arasındaydı... Ortaya konulan iddialara göre, bu sınıfın en hızlılarından, en ayrıcalıklılarından ve en kudretlilerinden biri de Uzan Ailesi. Onlar 50 yıla yakındır iş dünyasında olduklarını söylüyorlar, ama asıl yükselişleri son 10-15 yıldaki “ilişkileri”ne borçlular”.

Sabetayizm hakkında yazılmış en kapsamlı kitap (hiç açıklanmamış bilgiler ve sırlarla): 
Uyan Ey Türk Gidiyoruz

TEVFiK BiR / 25.Mart.2010


18 Mart 2010 Perşembe

Hukuk Adına


Hukuk Adına


Herkesin ağzında bir “hukuk özlemi” lafıdır gidiyor. Herkes hukuka hasret. Haşa, sanki gökten gelsin diye bekleniyor hukuk. Öte yandan her fırsatta dile getirilen “Türkiye bir hukuk devletidir” söylemleri. Bir gün sövülen, küçümsenen hukuk ve onun uygulayıcısı yargı organı ertesi gün övülebiliyor, takdirlendirilebiliyor. Kimi zaman “Adalete güvenmemiz gerekiyor” kimi zaman “Adalet ideolojik karar veriyor”.

Bugün hukuk, hak ve adalet algısıyla değil çıkar ve yandaşlık ölçüsüyle karan veren bir yapı görünümü vermektedir. İktidar ve muhalefetiyle siyasetin, hukuk üstünde mutlak üstünlük kurmaya çalıştığı artık daha açık hissedilen bir gerçektir.

Hukuk ile siyaset savaşı, bu ikisinin birbirini sınırlama, üstünlük kurma mücadelesi asırlardan beri süregelen bir olgudur. Ama bunun artık günümüzde yalnızca bilimsel yada mesleki çevrelerde değil toplum nezdinde de gözlemlenmesi kaygı verici bir durumdur.

Hukuka müdahale yalnızca siyaset alanından gelmemekte, hukukun içinde de bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Muhakeme (yargılama usul) yasaları ihlal edilebilmektedir. Bu mücadele, ihlaller ve sistemdeki çarpıklıklar; kovuşturma, soruşturma, yargılama, tutukluluk ve mahkumiyet aşamalarında sanık/hükümlüyü olumsuz yönde etkilemektedir.

Bunun için hukuk adına, hukuk devleti adına bazı düzeltme ve yeniliklerin yapılması gereklidir. Şimdi bunlara bakalım.

o 1982 anayasasının bir ürünü olarak, HSYK kararlarına itiraz yolu kapalıdır. Savcı yada yargıç kendi sorunu için mahkemeye gidememektedir, güvensizlik yaratmaktadır. HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılması gereklidir.

o HSYK, yargı kapsamındaki belirli işleri yapan bir kurul iken yürütmenin bir üyesi Adalet Bakanı'nın ve bir yüksek bürokrat olan, gündemde olan yasa tasarısı yasalaşırsa her seçimde yenilenecek üst düzey bürokratlardan, Adalet Bakanlığı Müsteşarının bu kurulda olması yargı bağımsızlığına aykırıdır, hukuk devleti adına samimi bir görünüm yansıtmamaktadır. Yargının işini yine yargı yapmalıdır. Adalet bakanı ve müsteşarının HSYK'dan çıkartılması gerekmektedir.

o Savunma hakkının kutsallığına ve adil yargılanma hakkına uygun olarak savcının iddia, sanığın savunma ve yargıcın karar makamı olduğu görülerek, hukuk düzenimizin kaynağını aldığı ülkelerdeki örnekleri gibi, mahkeme salonlarında savcıyı yargıcın katından aşağı, sanığın katına almak gerekmektedir. Yargılamanın adil, hakkaniyetli ve tarafsız olması için savcının yargıçtan uzaklaştırılması ve seviyesinin sanıkla aynı düzeye indirilmesi gerekmektedir. Avukat yargıca ne kadar yakınsa, savcının da o kadar yakın olması gerekmektedir.

o Adalet saraylarında ve adliye binalarında, yargıçlar ile savcıların makam odalarının bulunduğu binaları, en azından bulundukları blokları ayırmak gerekmektedir.

o HSYK'nın, Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak ikiye ayrılması gerekmektedir. Çünkü hâkimlerin ve savcıların statüleri farklıdır.

o Emniyet teşkilatı içinde adli kolluğun oluşturulması ve bunların savcıların emrine verilmesi, yalnız ve yalnızca savcının emredeceği işleri yapması gerekir. Bu ve diğer tüm ayrıntılarıyla adli kolluk teşkilatının Türkiyemiz'e kazandırılması gerekmektedir. Bu hem savcıları hem polisi hem de soruşturmaların niteliğini olumlu yönde etkileyecektir.

o Tutukevleri ile cezaevlerinin ayrılması gerekmektedir. Mahkeme kararı olmadıkça, kesin hüküm verilmedikçe kişi suçsuzdur. Yasanın gösterdiği bazı zorunlu hallerde sanık, tutuklu yargılanabilmektedir. Ancak tutuklu yargılanan sanığın “cezaevinde” tutulması, onun masumiyet karinesine halel getirecek, aleyhte algı oluşturabilecektir. Ayrıca bir tutuklunun mahkûmdan daha fazla hakkı vardır ancak cezaevlerinde tutulmaları nedeniyle bu haklar kullandırılamamakta, sanık, hükümlü muamelesi görmektedir. Hâlbuki esas ilke tutukluluğun “minimum” düzeyde mahrumiyet yaratmasıdır. İleri ülkelerdeki örneklerine uygun yeni tutukevlerinin inşası ve tutukluların bu aşamadan sonra her zaman için tutukevlerinde tutulması, buraların asla infaz için kullandırılmaması gerekmektedir.

o Tutuklamada, öncesinde ve sonrasında tutuklamaya dayanak olan belge-delillerin sanık avukatına verilmesi gereklidir. Türkiye'de ise yalnızca isnat söylenmekte, dayanaklar gizlenmektedir. Halbuki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu konuda karşısına gelen davalarda devletleri (Türkiye dâhil) istikrarlı bir biçimde cezalandırmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) aykırı olmasına ve AİHM kararlarıyla ihlalin sabit olmasına karşın, Türkiye'de bu yapıyı değiştirecek bir düzenleme getirilmemekte buna karşı bir eylem uygulanmamaktadır.

o F tipi cezaevlerini söylenenin aksine genele yaymak, koğuş sisteminden içinde banyo tuvaleti ve televizyonu bulunan iki üç kişilik oda sistemine geçilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte disiplinin ve temizliğin etkin kılınabilmesi için, mahkûmlara tek tip kıyafet giyme zorunluluğu getirilmelidir.

o Cezaevlerinde bu çağdaş ve insani yapının tesis edilebilmesi için pek çok eski cezaevinin yıkılıp yenisinin yapılması, ayrıca zaten yer sıkıntısı yaşanması nedeniyle kapasitenin en az iki katına çıkarılması gerekmektedir.

o Islah evleri sisteminin ve idaresinin yenilenmesi gerekmektedir. Islah evlerinde, çağdaş öğrenci yurtlarında olduğu gibi kaliteli ve bazı Amerikan ıslah evlerindeki gibi kapısız “odaların” bulunması, gardiyan değil sosyal uzman, psikolog, temizlik görevlisi, güvenlik görevlisi, eğitmenlerin bulunması, eğitim ve spora ağırlık verilmesi, hapishane ortamından öte aile sıcaklığında yatılı okul ortamının oluşturulması gerekmektedir. Islah evleri, kişiyi ileride hapishaneye götürecek bir yol değil, çocuğu topluma kazandıracak ve iyi bir yetişkin/birey olmasını sağlayacak okullar olmalıdır.

o İHAS'a aykırı bir biçimde Geniş Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin uyguladığı uzun tutukluluk süreleri normalleşmeli, Avrupa düzeyine indirilmelidir.

o Terör suçunda, gözaltı sürelerinin yetersizliğine dikkat çekilerek Avrupa örneklerinde olduğu gibi onbeş günlük gözaltı süresinin olabilirliği tartışmaya açılmalıdır. Bu yolla önleyici kolluk adına, terör karşısında kolluk gücünün ve devletin eli güçlendirilmelidir.

o Yargıç ve savcı sayısını artırmak hatta birkaç misline çıkartmak, onları insani boyutları aşan iş yükünden kurtarmak, davaların niteliğini yükseltmek ve iki duruşma arası süreyi kısaltmak adına kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ancak sayının artırılması, yeni alınacak kadrolarda bir kalite düşüşüne yol açar mı yada bu kadar “artı” kadronun mesleki eğitimi kaliteden ödün vermeden nasıl yapılabilir, bu yeni kadrolar bütçeye nasıl bir yük yaratır, bu da çözümün handikapları arasında yer almaktadır.

Daha iyi bir Türkiye için, lafta değil gerçek bir hukuk devleti için en azından bu belirtilen düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bu maddelerin sayısı artırılabilir ve detaylandırılabilir. Bunlar yalnızca bir seçki, birkaç örneklemedir. Ama bu işe bir yerden başlamak gerekir. Hem de acilen..!


TEVFiK BiR / 18.Mart.2010 



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.