Hoşgeldin Kürdistan, Güle Güle Türkiye (!)
Atalarımız ne demişse, genelde doğru demiş, “Gerçekler acıdır”. Bugün yine görünen gerçekleri yazacağım, yüreğinizi acıtabilir.
2011 yılı, Türkiye’nin finalleri oynayacağı yıl olabilir. 2007 yılından beri “Türkiye’de 2011 yılı sonlarına doğru bir iç savaş yaşanabilir” diyordum. Neye göre diyordum bunu?
ABD’nin Irak politikası bunu gösteriyor, büyük yaklaşıkla 2011 tarihini işaret ediyordu (bunun ayrıntılarını yakında yayınlanacak kitabımda yazdım).
Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan yabancı ülke diplomatlarında “2011 yılında Türkiye’de Yaşanacak İç Savaş Senaryosu” projelerinin varlığını duyuyor ve bu raporların adeta havada uçuşmaya başladığını öğreniyorduk. NATO ve AB karargahlarında bu bilgi, fısıltı gazetesi ile sağırın bile duyacağı düzeye ulaşmıştı!
MİT’in bu konu hakkında tespitlerinin olduğuna dair iddialar, yabancı istihbaratların olası iç savaşla ile ilgili tahmin ve analizlerde bulunmaları, bu olasılığı artırıyordu. Yabancı devletler ve onların ilgili birimleri 2011 yılı için Türkiye üzerine çalışıyorlardı. Bu iyi değildi.
Em. Org. Kemal Yavuz da, 2007 yılında Kanaltürk Televizyonundaki programında önündeki dosyayı işaret ederek, 2011 yılında Türkiye’de iç savaş yaşanabileceğini söylüyor, önündeki dosyada bununla ilgili belgeler olduğunu söylüyordu. Belgeler büyük olasılıkla, Brüksel’deki diplomatlardan ve MİT’ten dolaylı yoldan alınmıştı, kaynağını bilemiyoruz.
Bir diğer uyarı ise, Türkiye’ye çok geniş bir açıyla bakabilen günümüzün nadir devlet adamlarından, güvenlik politikalarını çok isabetli tespit ve tayin edebilen efsane içişleri bakanı Sadettin Tantan’dan geliyordu.
Konuşmalarında hep, Türkiye’nin sonunda iyiye, güzele, adilane yönetime ve özgürlüğe kavuşacağını iddia eden, umudunu hiç kaybetmeyen Tantan bile, 2009 yılı itibariyle ilk defa bize karamsar gelebilecek gerçekçi bir iddiadan bahsetmişti, artık Tantan’ın bile söylemi değişmeye başlamıştı: “2011 yılı Türkiye için kırılma yılı olacak”.
Türkiye eğer kendini toparlayamazsa, kirli ve kimliksiz siyasetle 2023 yılına giderse kaybeden ülkeler safındadır, kullanılan ve kaybeden bir ülkedir, diyordu. Bu iyimserlik yada kötümserlik meselesi değildi, gerçekleri görmek ve görmemek ayrımıydı.
Yalnızca Sadettin Tantan, Kemal Yavuz yada biz mi? Banu Avar, Erol Bilbilik, Arslan Bulut, Hulki Cevizoğlu ve diğer Yeniçağ Gazetesi yazarları da, diğer bazı gerçek aydın ve vatanseverler de bu uyarıyı yapıyordu. Peki uyarılara kim kulak asıyordu? Hükümet bu uyarılardan ders çıkarıyor muydu? Hayır!
2009 yılında Google arama motoruna “2011 Türkiye” yazınca altta otomatik arama sonuçlarında “2011 Türkiye İç Savaşı” çıkıyordu. Ancak “2010 Türkiye” yada başka bir tarih ve Türkiye yazınca hiçbir şey çıkmıyordu.
Acaba Türkiye’nin geleceği çoktan başka yerlerde yazılmış mıydı? Türkiye, Osmanlı iken bu durumu yaşamıştı, tarihi hafızalarımız bu kadar kolay mı silindi? Biz her şeyi bu kadar kolay mı unutuyoruz? İşin acı tarafı, biz gerçeklere iş işten geçmeden kulak asmıyor muyuz?!
Aklı Fukara Olanın Fikri Ukala Olur
Adım adım Kürdistan’ın kurulması fikrine milletimiz alıştırılıyor. Refleksler tepki vermeyecek derecede küçük ancak bir o kadar da sık ataklarla etkisiz kılınıyor. Millet etkisiz kılınırken devleti yöneten iktidar ne yapıyor, yalnızca “izliyor”.
İzlemek sözcüğünün, akıllara ilk gelen “televizyon izlemek” teki basit biçimini değil anlamını düşünelim. Sözcüğün kökü “iz”dir. “İzlemek” sözcüğü “birinin yada bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek” demektir.
Birileri bir iş yapar film çeker, öteki de onu televizyonda, sinemada izler. Bir yasadışı gösteri olur, polis müdahale eder, vatandaş izler. Bir baba/anne bir şey yapar, çocuğu onu izler, takip eder, belki taklit eder. İzlemek edilgendir yani pasiftir, özgün iş yapmazlıktır.
İşte, iktidar izlemektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği yıldan beri; ABD’nin, BOP planı çerçevesinde Irak’ı işgale başlamasından beri, Irak’ın Kuzeyine Kürdistan fikri Türk Milleti’ne kabul ettirilmiştir. Süreç günümüze kadar adım adım gelmiştir. Bu süreci, bu adımları iktidar “izlemiştir”.
Bugün Filistin'de neler oluyor diyen, Osmanlı hatırasına (güya) sahip çıkan AKP iktidarı ve Başbakan Tayyip Erdoğan, sınır komşumuz, eski Osmanlı toprağımız Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesine ve orada 1.5 milyon masum insanın vahşice öldürülmesine ses çıkarmamıştır. Ve hatta işgali kolaylaştırmak için TBMM'den tezkereyi geçirmeye çalışmış, bunun için “Evet” demişlerdir. 2007 seçimlerinde de tezkerede hayır oyu kullanan AKP milletvekilleri yeniden aday gösterilmemiştir..!
* * *
Sükût ikrardan gelir. Türkiye’de Kürdistan’ın kurulmasına, AKP henüz yüksek sesle kabul vermemiş olsa da, zihinlerde buna cevaz verildiği aşikardır.
Kürdistan’ın kurulması, üniter yönetimden federalizme geçiştir. Halk seçimiyle başa gelecek bir cumhurbaşkanı; adalet bakanının, yargıçların, mülkiye sınıfının vs. yürütme ve yargı organlarının, üst düzey devlet yöneticilerinin kısım kısım ABD’ye gidip federalizm incelemelerinde bulunmaları hatta Arizona modelini beğenmeleri bunun bir parçasıdır.
Güneydoğu bugün gayrı resmi olarak Kürdistanlaştırılmıştır. PKK kongreleri bugün bilfiil (de facto) uygulanmaktadır. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde (coğrafi bölge) Kürdist hareketler yöntem ve boyut değiştirmiştir. Irak Kürdistanı’nın kuruluş süreci bir bakıma model alınmaktadır.
Bundan 10 sene önce, Irak’ta Kürdistan bayrakları (aleni ve yaygın biçimde), Türkiye’de Kürtçe tabelalar yer almazdı. Sınırın aşağısında Kürdistan Özerk Yönetimi resmen kuruldu. Bunun yansıması da tek emirle Türkiye’ye geldi. Verilen o emirle birlikte, neredeyse bütün malum belediyeler kendilerine yada bağlı birimlerine, şirketlerine Türkçe ile birlikte Kürtçe tabelalar astılar, kimileri de Türkçe tabelaları tamamen kaldırdılar.
Peki nerede İçişleri Bakanı? Uzun kayıp! AKP iktidarı, yönetimini basın önünde gerçekleştiriyor, her şeyi kameralar önünde konuşmayı, açıklamayı seviyor. Peki neden bu sefer, bu gelişmeler daha doğrusu gerilemeler karşısında İçişleri Bakanı yada Başbakan kameralar önünde sert demeçler vermedi. Yada en doğrusu bu belediyeler hakkında neden “yasal” işlem yapılmadı. AKP hükümeti ve onun kadroları, dolayısıyla devlet gerçekten bölgede hakimiyetlerini yitirdi mi?
Belediye başkanları açığa alınmadı. Anayasa, TCK ve diğer yasal mevzuatın amir hükümleri gereğince işlem yapılmadı. Soruşturma mı yapılacak? Kime, kaç belediyeye? Vatandaşın tepkisini almak için belki üç belki beş belediyeye. Neden hep vakit alacak yöntemler seçiliyor, mevzuat hızlı ve caydırıcı önlem alma hakkı tanımışken? Bölücüler vakit kazanmıyor mu? Devlet önlem almayınca, bölgeye devlet yasalarıyla ve bunları uygulama gücüyle girmeyince, hakimiyetini, egemenliğini yitirmiyor mu?
Türkiye bölünmüş bir görünüm çiziyor. Kim hayır diyorsa, Güneydoğu’ya özellikle de iç güvenlik illerine gitsin. O belediyelere, belediye birimlerine bir girsin. Oraya giden Türkiye'nin bölündüğünü, parçalanmanın ise eşiğinde olduğunu görür. PKK kadrolarının, BDP-Dernekler ve Belediyeler kanalıyla bölgedeki hakimiyetini görür.
Türk bayrağı asılı olmayan, asılamayan bir yerde devlet egemenliğinden söz edilebilir mi, bölünmedik diyebilir miyiz, desek de inandırıcı olur mu?
Manzara bu. Sizi buradaki sorularla baş başa bırakıyorum, nice sorulmamış soruları da sizlerin sormasını ümidediyorum. Gerçek yanıtları bulabilmemiz dileğiyle.
TEVFiK BiR / 21.Ocak.2011