7 Mayıs 2011 Cumartesi

Yıkın Efendiler, Sıkıysa Yıkın!





Yıkın Efendiler, Sıkıysa Yıkın!


Bu yazıda efendileri göreceksiniz. Bu yazıda efendilerin uşaklarını göreceksiniz. Bu yazıda gerçekleri göreceksiniz.

* * *

PKK terör örgütü 2000 yılında 7. Kongresini ve 2002 yılında 8. Kongresini yapmış ve bazı kararlar almıştı, güncel deyişle “yol haritası” çizmişti. Daha doğrusu, Sistem'in kendisine verdiği yol haritasını tebliğ etmişti (Sistem: Dünyayı yöneten derin güç. Yani, CFR, Bilderberg, Trilateral ve bunların altında yer alan irili ufaklı örgütler ve bunların yöneticisi olan her milletten gelen ancak milliyet farklılığına önem vermeyen, adeta paraya tapan, İbrani asıllı yapı).

İlginçtir bu kararların bugün Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri tarafından “demokrasi” adına dile getirildiğini, savunulduğunu görüyoruz, bu kararların ve temellerinin yavaş yavaş hayata geçtiğini görüyoruz. Peki, Türkiye, yani bizler nereye gidiyoruz?

8-10 yıl önce bir terör örgütünün söyledikleri o gün bölücülük iken bugün demokratik talep oluyor ve T.C. Başbakanı bunu savunabiliyorsa; bugün Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu tarafından suç sayılan “terör örgütü propagandası” kapsamında değerlendirilebilecek bölücü propaganda ve bu kapsamdaki görüşler, bundan 8-10 yıl sonra da demokratik ifadeler, görüşler mi olacaktır?

PKK bir terör örgütü müdür yoksa artık Türkiye'de söz sahibi olmuş marka değer taşıyan silahlı güce sahip bir siyasi aktör müdür yada daha doğrusu bugün bu konuma getirilmiş midir?

PKK terör örgütünün savunduklarını, kararlarını, aradan 8-10 yıl geçtikten sonra siyasiler “demokratik yenilikler” olarak, değişim-gelişim olarak ifade edeceklerse, o zaman PKK Türkiye'yi alttan alta yöneten bir partidir, bu statüye yerleştirilmiştir diyebilir miyiz? PKK illegal bir örgüttür diyorsak, acaba bunun görevini yasal zeminde DTP-BDP vs. mi sürdürmektedir?

Bu fotoğraf dahilinde, teröre karşı çarpışırken şehit olanların ailelerine ve terörle mücadele eden asker-polis-istihbarat görevlilerine kaybettikleri özel hayatları ve yıpranan psikolojilerine karşılık ne diyebileceğiz? “Pardon” mu? Morali bozulan milyonlarca insanımıza ne diyeceğiz, şehidi için göz yaşı dökenlere?

Mahkum olmuş ve bu dünyadaki cezasını çeken terör örgütü lideri (Abdullah Ö.) ile devletin istihbarat kuruluşunun başkanı, görevlileri, bazı adamlar temas halinde. 1 yılı aşkın süredir görüşülüyor. Devlet, bir mahkumla ne için görüşür?

Pazarlık yapmak, müzakere etmek dışında bunun bir yanıtı olabilir mi? Pazarlık ve müzakere “al-ver” esasına dayanır. Ne alınacak ne verilecektir?


PKK ile Müzakere ve İç Savaş Tehdidi

Terör örgütü lideri Abdullah Ö., bir kez daha Devlet ile müzakere edildiği bilgisini teyit etmiştir ancak bu sürecin kendisine yeterli gelmediği anlaşılmaktadır. Cezaevinden örgütünü yöneten Abdullah Ö. bu haftaki son açıklamasında “15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar” diyerek tehdidini savurmuştur.

Milletvekili olmuş bir kadın da (Abdullah Ö.'nün avukatı Aysel Tuğluk) adaya gidip Abdullah Ö.'nün talimatlarını almakta ve bunu “bölge halkına” aktarmaktadır. Türkiye'ye ve Türk Milleti'ne karşı uygulanan psikolojik harbin görünen aktörlerinden birisidir, öncülerindendir.

Son açıklamasında, “Kürtlerin artık sabrı da bitmiştir, tahammüle de. Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisinin kuracak ve kendi kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Sıfır noktasına gidiyoruz. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun savunulacaktır... Keskin bir dönemeçteyiz” demiştir.

Bunu söyleyenler halkı isyana teşvikten ve hükümetten de öte “devlete karşı darbe/savaş” planı-ilanı yapmaktan göz altına alınamamaktadır, yargılanamamaktadırlar (Anayasanın buna cevaz vermesine rağmen).

Pensilvanya'dan kasetler gelir, talimatlar cemaate aktarılır. Adadan mektuplar, yol haritaları gelir, “halklarına” aktarılır...

Güç merkezi devlet ve devletin başı olması gerekirken, toplumun büyük bir kısmı biat edecek, itaat edecek başka bir güç/karizmatik lider (Karizmatik Lider: Sosyolojik bir tabirdir) bulmuş durumdadır. Alternatif güç odakları, bugün Türkiye Cumhuriyeti'ne topyekün savaş halindedir ve devlete alternatif olma yolunda süratle ilerlemektedir.


PKK 8. Kongresi ve Bugün

PKK terör örgütü 8. Kongresi'nde, Türkiye Cumhuriyeti'ni federatif yapıya dönüştürülmesi gerektiğini ilan etmişti. Bunun için yoğun mücadele edilmesi ve devlete karşı yoğun baskı oluşturulması, gerekirse devletin tanınmaması kararları tebliğ edilmişti.

Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan da açık açık “devlet başkanlığı” sistemini desteklediğini açıklamakta, sivil anayasa yapacağız demektedir. Federalizmin köklerini yavaş yavaş devletin içine salmaktadır (Bölge Kalkınma Ajansları, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in geri gönderdiği Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı...)

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ve bazı Doğu Anadolu Bölgesi illerinde, yasal olarak olmasa da, fiilen bir federasyon kurulmuş durumdadır.

Yerel yönetim birimleri tabelalarında ve hizmetlerinde devletin anayasal dili dışındaki bir dili, Kürtçe'yi kullanıyorlar. T.C. 657 sayılı kanununa tabi imam, hatip ve müftüler de bölgede resmi hizmetlerinde artık genel olarak Kürtçe'yi kullanıyorlar, tabi hükümetin izniyle.

Bununla birlikte, bölgede yaşayan halkın bir kısmı “devletin imamı arkasında saf tutmayız” diyerek, dini siyasete alet ederek, kendi başlarına cuma namazı kılıyor. Türkiye Camii ile Kürdistan Camii ayrımına gider gibi! Halbuki İslamiyette camiler sınıflara ayrılmazlar. Dinde ve camilerde toplumlara ve ırklara göre ayrım yoktur. Bu ayrım, Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte vardır. Örnek olarak, Hıristiyanlıkta Rum Ortodoks Kilisesi'ni ve Ermeni Ortodoks Kilisesi'ni görebiliyoruz. Musevilikte Aşkenaz Sinagogu'nu, İtalyan Sinagogu'nu ve Safarad Sinagogu'nu görebiliyoruz. Bölgedeki BDP Kürtleri aslında yalnızca ülkeyi değil aynı zamanda dini de bölmektedir! Yöneticilerinin bir kısmı Sabetayist ve Kripto Yahudi kökenli olduğundan, belki de buna şarşırmamamız gerekiyor.

* * *

Bölge yerleşim adlarının çoğu Kürtçe olarak değiştirildi. Halk sivil itaatsizlik eylemini sürdürüyor, Efendilerin uşaklarından BDP milletvekili Özdal ÜÇER “Türk mahkemelerini tanımadıklarını” iddia edebiliyor ve mahkeme kararını kameralar önünde yırtabiliyor.

Bir başka uşak, BDP milletvekili Pervin BULDAN “Bu savaş kararıdır” sözünü açık açık söyleyebiliyor. Devletten caydırıcı hiçbir önlem yok. Herkes başıboş/serseri.

BDP Muğla İl Başkanı Mehmet POLAT, “Bu uyarılar sondur. Aksi takdirde Türkiye birkaç hafta içerisinde Suriye ve Ortadoğu ülkeleri gibi karışacak” tehdidini savurmuştur. PKK Kongre kararları, büyük bir kararlılıkla günümüzde uygulanmaktadır.

05.Mayıs.2011 günü (güya) siyasi yasaklı Ahmet TÜRK, “Direnişi yükseltmezsek, birilerinin bize vereceği bir şey yok” diyebilmektedir.

PKK'nın Kongresi niteliğinde toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) sonunda ise şu ifadelerin yer aldığı rapor okunmuştur:
Suriye’de yaşanan gelişmeler Kürdistan’ın bu parçası açısından önü alınamaz bir sürecin habercisidir. Kongremiz Suriye rejimine halkımızın demokratik haklarını tanıma ve öz yönetimini kabul etme çağrısı yaparken, Kürt halkına da demokratik direnişini yükseltme, sonuna kadar mücadelesine sahip çıkma çağrısı yapmaktadır

* * *

PKK terör örgütünün 8. Kongresi'nde terör örgütü lideri Abdullah Ö.'ye af getirilmesi kararı da alınmıştı. Bugün bu “Abdullah Öcalan'a ev hapsi” olarak dile getiriliyor bazı “aydınlarımız” ve ileri demokrasi severlerimiz, yazar Atilla İlhan'ın deyişiyle “Batının manevi ajanları” tarafından..! Ayrıca AKP içinde bu konuya sıcak bakan isimlerin varlığı da dikkat çekicidir! Ayrıca İshak Alaton'un konu hakkında görüşlerine de birazdan bakacağız.

Aynı kongrede, “kültürel topluma uygun” yani Türklük ifadesinin yer almayacağı yani Kürtlüğü de zımni olarak kapsayan/kabul eden yeni bir anayasanın çıkartılması gerektiği kararı alınıyordu.

Sivil anayasa yolda, bir sene içinde bunun da aynen gerçekleştiğini göreceğiz. Zaten “sivil anayasının” içeriği ile ilgili “Türklük ifadesinin” yuvarlatılacağı bilgisi televizyonlarda ve diğer basın-yayın organlarında şimdiden tartışılıır oldu. Böylelikle toplumun nabzı yoklanmakta, toplum belirli kavramlara yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Karşımıza sivil anayasa olarak, az buçuk neyin çıkacağı da zaten bellidir.

8. kongrede anadilde eğitim ve anadilin (Kürtçenin) bölgede yaygın kılınması kararı da alınmıştı. Anayasal dayanağı olmayan TRT-6 hükümet eliyle kuruldu. Devlet memuru olarak hizmet veren kamu görevlisi imamlar, müftüler bölgede Kürtçe hizmet vermeye başladılar, Kürtçe hutbe okuyorlar, kandil günlerinde devlet televizyonu TRT bunu ekranlarından yayınlıyor. Anayasaya ve yasaya aykırı bir uygulama, ancak kanuna muhalefetten kimse yargılanmıyor!

Tabelaların Kürtçeleştirilmesi, yerleşim adlarının Kürtçeleştirilmesi ve buna yetkili devlet organlarının, İçişleri Bakanlığı'nın ve Danıştay'ın müdahale etmemesi de, PKK'nın hedefine doğru emin adımlarla ne yazık ki yürüdüğüne dayanak oluşturan gelişmelerden.

* * *

Devleti suçlamamak gerekiyor. Sistemin, bizzat İsrail ve ABD'nin projesinin bir parçası, planı olan “Türkiye'deki üniter yapının yıkılması ve çok kimlikli zayıf bir devlet yönetiminin kurulması” fikrini bugün TÜSİAD üyeleri de, yani devletin ihracatının %80'ini gerçekleştiren, verginin (dolaylı vergileri görmezden gelirsek) büyük kısmını ödeyen, medya gücüyle toplumu yönlendirebilen Efendi patronlar da bu fikri savunuyorlar.

İçlerinde İbrani ve Sabetayist olmayan üye sayısı bir elin parmaklarını geçemeyecek durumda olan bu zenginlerimiz, artık Federal Türkiye'den, Irak sınırları içinde kurulmuş Kürdistan Özerk Yönetimiyle yakın ilişki içinde olan bir Türkiye'den (Barzani, Yahudi inanca sahip bir ailedir/aşirettir; konu hk. http://www.odatv.com/n.php?n=barzaniler-ve-israil-2803101200) ve İsrail projesine entegre bir Türkiye'den yanadırlar!

Çünkü kurulması için taraftarı oldukları bu yeni Türkiye'de, Lorenz eğrisi 1'e daha da yakın olacaktır (gelir dağılım eğrisi son derece adaletsizdir), zenginlikler toplumu yayılmış değil, belli başlı kişilerin/ailelerin/cemaatlerin elinde toplanacaktır, paraya para eklenecektir.

Yıllar yılı laik ve üniter rejimden yana siyaset sürdüren yada öyle sandığımız bu zenginlerimiz/patronlarımız, bugün Fethullah Gülen ile de, İsrail-ABD'nin başını çektiği Sistem ile de ittifak içindedir. Savaşarak değil, ittifak ederek, müttefiklik kurarak zenginleşme, daha da zenginleşme yolunu tutmuşlardır.

Ümit Boyner, Osman Baydemir ile el ele halay çekmiştir. O gün o buluşmada söylenenler bir kitap konusudur ancak halay fotoğrafı bile durumu bize açıklamak için, gerçekleri görmek için yeterlidir. Ümit Boyner ile Osman Baydemir, aynı eksen etrafında dönmektedir!

Ümit Boyner'in kocası Cem Boyner de geçen ay yapılan TÜSİAD'ın yeni anayasa raporunu açıkladığı toplantıda “Bireyin özgürlüğünün, ülkenin bölünmesinden daha önemli olduğu”na yönelik açıklamalarda bulunmuştur.

Türk Musevi toplumunun önde gelen isimlerinden, İsrail'den bir devlet büyüğü Türkiye'ye geldiği zaman bizzat evinde yatılı misafir edebilen ve gelen İsrailli bakanları/devlet başkanlarını evinde yemekte ağırlayabilen, çok güçlü isimlerden İshak Alaton'un açıklamaları da çarpıcıdır. Leyla Zana'ya “kızım” demektedir. “Seçimlerden sonra Abdullah Öcalan cezaevinden çıkarılarak ev hapsine götürülecektir” demiştir. “Ayrılmak isteyip istemeklerini bölge insanına sormak lazım” demiştir.


Pasifleşen Devlet ve Aktifleşen Terör

Fotoğraf budur. Artık açık açık müttefik kuvvetleri görebiliyoruz. TUSIAD ve Efendi Patronlar, BDP, ABD-Israil, İleri demokrasi hayranı(!) batının manevi ajanı aydınlar ve Medya”...

Ülkeyi birleştirmesi bütüncül bir biçimde yönetmesi gereken Başbakan Tayyip Erdoğa'ın bile ülkeyi ayırdığını, taraflara böldüğünü görüyoruz, “Taksim'de bin kişiyi, iki bin genci yürütmek problem değil. Onlar YGS sınavının karşısında tavır ortaya koyduklarını açıklarken, e biz de kalkarız onların karşısına beş bin on bin tane genci koyarız.” (http://www.youtube.com/watch?v=ecbwfndVedc)


Devlet artık PKK'lı bölücülerin ve onun sözcülerinin söylemlerine, isyan provalarına ve iç savaş çığırtkanlıklarına karşı caydırıcı ve etkin önlem almamaktadır. Hergün bir yenisi basın-yayın aracılığıyla, 70 milyonun gözünün içine baka baka devleti tehdit edebilmektedir. Yalnızca bir belediye başkanı olan Osman Baydemir bile, hükümete küfredebilmiştir.

Taksim'deki meşhur Atatürk anıtına teröristler çıkmış ve Atatürk heykelinin tepesine çıkarak heykelin başına sözde PKK bayrağını ve BDP flaması geçirebilmiştir. Polis ise rezaleti seyretmiştir. Polisin elini kolunu, hükümet bağlamaktadır. İşte adım adım bu şekilde, devlet kaybolmaktadır. ( http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=49798 ve http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=49845 )

Bu çağda, bu teknolojiye ve istihbarat ağına rağmen, herkesin telefonu müzik dinler gibi rahatlıkla dinlenebilirken, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı'nın konvoyuna bile PKK'lı teröristler saldırı düzenleyebilmiştir. Bu saldırı, PKK'ya ve bölünmek isteyen BDP Kürtlerine ileri düzeyde moral sağlamıştır, bunu görebiliyoruz. Türkiye seçimlerden sonra nereye gidecektir? (Konu ile ilgili yazım için bakınız: http://tevfikbir.blogspot.com/2009/11/2011-turkiye-ic-savas.html )

Şehit Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar OKKAN zamanındaki Diyarbakır ile bugünün artık neredeyse “kurtarılmış bölge” ilan edilecek düzeye getirilen Diyarbakır'ı arasında bir alaka kalmamıştır. Bunun nedeni iktidar zaafiyetidir.

Habur Olayları'nı ilk gün Başbakan Tayyip Erdoğan şöyle değerlendirmişti, “Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye'de iyi güzel şeyler, umut verici gelişmeler oluyor. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Bu Tayyip Erdoğan'ın samimi ve gerçek düşünceleri idi, olaylar karşısındaki ilk yorumuydu, açıklamasıydı. Ancak toplumun genelinde Habur Olayları'na karşı şiddetli bir tepki doğunca, Başbakan Tayyip Erdoğan ani bir dönüşle tavrını değiştirdi. Gördüğü manzara aynı, ancak halkın tepkisinden önce ve tepkisinden sonraki açıklamaları farklı! Türkçe'de böyle durumlar için bir deyim kullanılır “Nabza göre şerbet vermek”.

Siz siz olun, halkın nabzına şerbet vermek yerine, ona güven ve devlete güç verin.

TEVFiK BiR / 07.Mayıs.2011



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.