Piramitteki
Göz - Küresel Ekonomik Sistem
Bankada
hesabınız var mı? Peki hesabınızda paranız var mı? Kredi
kartınız var mı? Kredi kartına borcunuz var mı, faiz işliyor
mu? Kredi kartınız yok mu? Bu soruların birine evet dediniz mi?
“Altın bu aralar çok çıktı”, “dolar/avro çok çıktı”
yada “borsa çok düşmüş” gibi bir konuşmada bulundunuz mu
yada bunu size söyleyen birisi oldu mu? Yıllık izninizde tatile
gitmek ister misiniz, bunun için ayırabileceğiniz paranız var mı?
Bankadan kredi kullandınız mı? Çay içerken şeker kullanıyor
musunuz? Çikolata yer misiniz? Kaç adet gömleğiniz ve tişörtünüz
var?
Bu
yazıda kurumlarıyla, yalanlarıyla, açıklanmayan ve
gösterilmeyenleriyle, dünyada ve ülkemizde var olan, savaşlar
başlatan, insanlar öldüren “ekonomik sistemi” anlatacağım.
Bu öyle sıradan bir ekonomik sistem değil. Pek fazla iktisat
kitaplarında yada internette bulabileceğiniz şeyler değil. Lütfen
ikinci yazının sonunda dönüp, üst paragraftaki soruları
kendinize yeniden sorun! (Bu konuları anlatmak, haliyle yazının
biraz uzun olmasına yol açtı, yazıyı iki parça halinde
yayınlıyorum. Bir dizi başında 2 saat oturabilen toplumun, yazıyı
okuyup gerçekleri göreceğini düşünüyorum!)
*
* *
Yıl
1944. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa yıkılmıştır. Her
anlamda yıkılmıştır. Milyonlarca insan ölmüş, beşeriyet
yıkılmıştır. Şehirler bombalanmış, kentler kasabalar
yıkılmıştır. Savaş ekonomisi yüzünden, elde bir şey
kalmaması yüzünden ülkelerin maliyeleri, bütçeleri yıkılmıştır.
ABD,
her ne kadar bu ikinci dünya savaşının içinde yer almış olsa
da, topraklarında ciddi bir saldırı görmemiştir. Savaş
nedeniyle Avrupadaki gibi bir sıkıntı yaşamamıştır. Aksine
yükseliş yaşamıştır, birikim yaşamıştır. Rockefeller gibi
Hitler'e silah satan silah tüccarları, yada diğerleri gibi
Avrupa'nın diğer ülkelerine silah satan tüccarlar, yada gıda vb.
ihtiyaçları satan dönemin tüccarları sermaye birikimi
yaşamıştır. Avrupa yıkılırken, ABD yükselmiştir.
Faiz
paranın fiyatıdır, elde boş duran para fiyatlanamamakta, para ile
para kazanılamamaktadır. İşte ABD'de biriken bu paranın
“kiralanması”, borç olarak, kredi olarak, çeşitli isimlerle
ihtiyaç sahiplerine kiralanması gerekmektedir!
1944
yılında ABD'nin Bretton Woods kasabasında, tarihe “Bretton
Woods Sistemi” olarak
geçecek kararların alındığı, Bretton Woods antlaşmasının
imzalandığı, dönemin üst düzey temsilcilerinin katıldığı
toplantı yapılır. Toplantıya İngiltere adına “Makro
ekonominin kurucusu”, “maliye ve ekonomi politikası alt bilim
dallarının kurucusu” Prof. Keynes, ABD adına da Harry Dexter
White katılmıştır. Üst düzey, yetkin isimlerin katılımı
mevcuttur.
Bu
büyük toplantı sonucunda bazı kararlar çıkar. Bu kararlar,
dünya ekonomisini bugüne kadar, bugün dahi yoğun biçimde
etkilemiştir. IMF
ve Dünya Bankası'nın
kurulması kararı çıkmıştır.
IMF'nin
açıklanan amacı, o dönem için, 2. Dünya Savaşı nedeniyle
batağa sürüklenmiş ülkelerin bütçelerine kısa vadeli krediler
vererek, bütçe açıklarını düşürmek, yapısal reformlar için
gerekli sermayeyi oluşturmak, yani kısa vadeli finansal ve teknik
destek sağlamaktır. O gün bugündür IMF, ülkelere kısa vadeli
borçlar verir, “teknik destek” adı altında ülkeleri bağımlı
ve batak konuma sürükler. Önce parayı verir, sonra parayı veren
düdüğü çalar diyerek perde arkasında yönetimleri ele geçirir.
Dünya
Bankası'nın (DB) o
dönem açıklanan kuruluş amacı ise, yıkılan şehirlerin tekrar
kurulması için, Avrupa'nın yeniden ayağa kalkması için, yeniden
yapılanma ve kalkınma için, genellikle altyapı projelerine uzun
vadeli krediler vermektir. Günümüzde de Dünya Bankası, altyapı
projeleri için ülkelere uzun vadeli krediler vermektedir. IMF ile
paralel biçimde hareket eder, önce parayı verir, sonra da borçlu
ülke yönetimlerine “Bak
bize bu kadar borcun var, BM'de şu yönde oy kullan, şu ülkeye
işgalimizde yardım et”
gibi telkinlerle düdüğü çalar.
IMF
ve DB'nin genel merkezleri ABD'nin başkenti Vaşington'dadır. IMF
ve DB'nin en büyük finansörleri olarak da, bugünün Sistem
patronlarından meşhur Yahudi Rockefeller ailesini (ABD) ve Yahudi
Rothschild ailesini (ABD) görüyoruz. (Sistem:
Dünyayı
yöneten derin güç. Yani, CFR, Bilderberg, Trilateral ve bunların
altında yer alan irili ufaklı örgütler ve bunların yöneticisi
olan her milletten gelen ancak milliyet farklılığına önem
vermeyen, adeta paraya tapan, İbrani asıllı yapı, şeytanın
kralları).
Kuruluşların
patronları da sermayedarları kadar vahşidir. DB'nin bir önceki
Başkanı, Paul Wofowitz'di. Paul Wolfowitz, Başkan 2. George Bush
döneminin Savunma Bakan Yardımcısıydı (Donald Rumsfeld'in
yardımcısı) ve ABD'nin Irak işgali planının öncülerindendi.
Bu görevden sonra Dünya Bankası Başkanı oldu. IMF ve Dünya
Bankası, böyle bir sistemdir.
Benjamin
Franklin İşgale Devam Ediyor
Meşhur
Bretton Woods toplantısına geri dönelim. O toplantıda alınan
kararlardan biri de, ABD dolarının (USD) altına
endekslendiği/sabitlendiği (35 dolar = 1 ons altın) ve her
1 ABD dolarının altın karşılığı basılacağı
açıklamasıydı. Yani bir kimsenin/ülkenin elinde kaç dolar
varsa, bunun karşılığı altın ABD'de olacaktı, kişi ABD'ye
dolar verip karşılığında altın alabilecekti. Yani dolar sabit
kur sistemine geçecekti.
Bu
kararla birlikte, Amerikan doları dünya parası haline geldi,
Merkez Bankalarınca altın yerine Amerikan doları depolanmaya
başladı, dolar rezerv para oldu. Yani küresel işgalin finansal
ayağı o gün başladı.
Para
gücü getirir, bu toplantıyla ABD parası dünyaca kabul
edilmiştir, aslında ABD'nin üstünlüğü ve gücü kabul
edilmiştir.
Tüm
dünya Merkez Bankaları, tabiri caizse deli gibi dolar stoklamaya
başladılar. Ülke vatandaşları, ülke milli paralarının yanında
(kimi zaman artık yerine) dolar da tutmaya, kullanmaya başladılar
(dolarizasyon). (Bugün dahi Türkiye'de bireysel döviz hesaplarında
100 milyar dolar vardır)
ABD
bastıkça dünya bu parayı almaya başladı. ABD, üretmeden “para
kazanmanın”, güçlenmenin yolunu bulmuştu. ABD ekonomisi
güçleniyor, küresel bankerler paralarına para katıyordu. Ülkeler
üretiyor, ABD matbaadan para basıyor, hiçbir emek harcamadan bu
parayla üretimi satın alıyordu. ABD 5 cent maliyetle 100 dolar
üretiyordu (senyoraj). Sonra bu basılan paralar, bu ülkelere
çeşitli yollarla, IMF ve DB ile borç olarak yüksek faizler
karşılığı verilmeye başlıyordu. Aslında ekonomiler batağa
doğru giden bir kısır döngüye girmişti.
İşte
bu süreçte, Fransız Cumhurbaşkanı De Gaulle ile Alman Başbakan
Adenauer, ABD'nin altın karşılığında dolar basmadığını,
karşılıksız dolar bastığını fark ettiler, bir plan yaparak
başbaşa verdiler. Piyasadan dolar çekmeye ve bu dolarları götürüp
ABD'ye “Al doları, ver altını” demeye karar verdiler. ABD, bu
dolarlar karşısında altın veremeyince, altın karşılığı
dolar sisteminin aslında yalan olduklarını ispatlayacaklardı.
Dünya'nın
en büyük altın üreticisi Rusya'yı da, “al doları, ver altını”
talebinden sonra ABD'ye altın satmaması için bilgilendirdiler.
Çünkü ABD bastığı dolarlarının karşılığında elinde
altınının olması gerekiyordu, ABD yalanını gölgelemek için
derhal altın bulma yoluna gidememeliydi.
Uzatmayalım,
ABD bu planı fark etti, '68 hareketini, '68 gençliğini çıkarttı.
Bir şekilde bu olaylar, De Gaulle'ü koltuğundan etti. 68 gençliği
ve ideolojisi, ABD'nin istediği sistemi daha rahat sürdürmesini
sağlıyordu aslında. Bu ayrı bir konu, girmeyelim.
Ancak
daha sonra, 1971 yılında, bütçe açığı verilmesi ve ekonomik
sorunların çıkması nedeniyle ABD, Bretton Woods antlaşmasından
çekildiğini, doların altına dönüştürülebilirliğini
kaldırdığını açıkladı. Yani, ülkelerin elindeki dolarlar
artık yalnızca bir kağıt parçası olmuştu!
Değerini
kaybetmiş bir dolar karşısında, altın hızla yükselmeye
başladı. Bakın bu durum günümüzde yaşanan, ABD dolarının ve
Euro'nın itibar kaybetmesi ve
(spekülatif hareketleri bir nebze görmezden gelirsek) altının
hızla değer kazanması durumunun ilk örneğidir. Bugün tarih
tekerrür etmektedir.
1971
dolar krizinin akabinde, altında yükseliş başlar, OPEC kurulur,
petrol krizi baş gösterir ve Yom Kippur Savaşı ile küresel
ekonomik kaos derinleşir. Küresel sistemde paranın rotası
değişmektedir, paranın
geliş ve gidiş yolları tıkanmaya başlamıştır.
Şeytan
Serbestleşiyor
1944
yılında IMF ve Dünya Bankası'nın kurulması kararlaştırıldı
dedik ve 1944-1974 arası süreci bu iki kurum ve altın-dolar
sistemi kapsamında anlatmaya çalıştık.
IMF,
1947 yılında fiilen çalışmaya başlar. Dünya Bankası, 1947
yılında Birleşmiş Milletler'in özerk uzman kuruluşu olacak
statüye alınır.
1948
yılında da, Dünya Ticaret Örgütü'nün kökleri salınır,
Gümrük Tarifeleri ve
Ticaret Genel Antlaşması
(General Agreement on Tariffs and Trade) kısa adıyla GATT
kurulur. Dünya ticaretinin, günümüz küresel ticaretinin ilk
adımları artık atılmıştır. GATT, ticaret serbestisi için, Çok
Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) büyümesi ve hakimiyetlerini kurmaları
için, gümrük tarifelerinde indirime gitmeyi, ithalat vergilerini
azaltmayı, uluslararası ticaretin önündeki engelleri kaldırmayı
ve ticarette ayrımcı uygulamaları ve bürokrasiyi kaldırmayı
amaçlar.
Piyasalaştırılmış
toplumlar için, üretmeden tüketen toplumlar için, tasarrufu
unutup sınırsız tüketen toplumlar için, borçlanarak tüketen
toplumlar için, yıkıcı etki yaratan bir antlaşmadır.
Daha doğrusu bu antlaşmalar ve bu gelişmeler ile toplumlar bu
saydığım biçimde şekillenmeye başlamıştır.
Öncesinde
bir kişi üç gömlek ile ihtiyacını karşılayabiliyor ve mutlu
oluyorsa, artık on üç gömlek giyecek ve bu ona yine de
yetmeyecektir. Toplumlara sürekli olarak “tüket, umarsızca
tüket” propagandası yapılmıştır. Ticaret serbestleşmiş,
ithalat kolaylaşmış ve ucuzlamıştır.
Bugün
krize doğru giden Türkiye'nin en büyük sorunu “büyük cari
açık”, “büyük dış ticaret açığı” ve “tasarruf
yerine bireysel kredilerin/borçların artarak çoğalmasıdır”.
İthalata dayalı bir tüketim toplumu olmamızdır. Bunun
temellerini, tarihi başlangıcını görüyoruz.
1961
yılında OECD
(Ekonomik Kalkınma ve
İşbirliği Örgütü)
kurulur. Kuruluş döneminde amacı üye ülkelerin ve Avrupa'nın
Amerikan Marshall planı çerçevesinde kalkınmasıdır!
Daha
sonra OECD'ye daha “kutsal bir vazife yüklenmiştir”: Finansal
istikrarın sağlanması, Ekonomik genişleme politikalarının
uyandırılması (ülkelerin borçlanmasının normal karşılanması
ve borç yükünün artırılması gerektiğinin “kibarca”
ifadesidir. Bugün Yunanistan'ı, İspanya'yı, Portekiz'i,
İtalya'yı, İrlanda'yı, İzlanda'yı görüyoruz, borç yükü
yüzünden kıvranıyorlar, Türkiye de bu kapsama önümüzdeki 10
yıl içinde girebilir), Dünya ticaretinin geliştirilmesi,
Demokrasi-insan hakları ve yurttaş özgürlüğüdür. OECD'nin
genel merkezi Fransa'nın başkenti Paris'tdir.
Ardından
1980'lerle birlikte Hizmet
Ticareti Genel Antlaşması
(General Agreement on Trade in Services) yani kısa adıyla GATS
yürürlüğe girer. Ticaretle birlikte hizmetin de serbestliği
gelir. Yani, bir kişi bir başka ülkede kamusal hizmet sektöründe
(şartları sağlayabiliyorsa) çalışabilecektir, bunun önündeki
engeller kaldırılacaktır. Böylece işsizlik sorunu çeken
ülkeler, görece işsizlik sorunu çekmeyen ülkelere doğru
yönelecek ve aslında işsizlik sorunu çekmeyen ülkenin yapısı
sömürülecektir.
BASEL
ve Şeytanın Küresel İşgali
1971
yılında ABD dolarının ve avrupa paralarının dalgalı kur
sistemine geçişi ve 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonucunda,
uluslararası bankacılık piyasalarında büyük dalgalanmalar
yaşanmıştır dedik. İşte bu sorunlara çözüm bulmak amacıyla,
1974 yılında İsviçre'nin Basel kentinde, Bankacılık Düzenleme
ve Denetim Uygulaması Komitesi kuruldu. 1988 yılında da bu komite
tarafından BASEL-1
uzlaşısı yani Sermaye
Yeterlilik Uzlaşısı
yayınlandı.
Bu
uzlaşıyla, küresel bankerlerin (banka-finans şirketi
sahiplerinin) istediği sistem, uzlaşıya katılan tüm ülkeler
tarafından “kural” olarak kabul edilecektir. Yani, istenilen
kriterlerin, “bilginin” tüm dünyaya “en iyi” olarak sunulup
kabul etttirilmesidir. Uluslararası ekonomist ve stratejist Mete
Akıncı'nın ifadesiyle BASEL-1
ile “bilginin serbest
dolaşımı”
sağlanmıştır.
Yıllar
geçer, BASEL-1 yetersiz görülür, günün ihtiyaçlarını
karşılamaz, BASEL-1 ile istenilen bilgi/sistem dünya genelinde
oturtulmuştur. 2004 yılında BASEL-2 devreye sokulur. Yeni teknik
kriterler getirir. Sermaye yeterlilik rasyosu formülü değişir.
BASEL-2'yi
sn. Mete Akıncı “sermayenin
serbest dolaşımı”
olarak adlandırmaktadır.
GATT,
ticaretin serbestleşmesiydi. Şimdi ticaretle ilişkili paranın
yani sermayenin serbest dolaşımı da, ticaretin bankacılık ayağı
da BASEL-2 ile sağlanmaktadır.
Dünya
bankacılık sistemini ve bunun araçlarını, örneğin “çek”i
dünyada ilk olarak Tapınak
Şövalyeleri bulmuştur,
kurmuştur. İslamiyetin ve hatta Katolik Hıristiyanlığın “haram”
olarak nitelediği faiz ve kredi sistemi protestanlar, evangelist
protestanlar ve Yahudiler “helal” olarak görürler.
BASEL'ler
ile aslında, bu “haram” bankacılık sistemin değiştirilmesinin,
dünyada (belki) yeni bir bankacılık sisteminin keşfinin önüne
geçilmiştir (bu asla bir aldatmaca olan “faizsiz bankacılık”
sistemi demek değildir).
Bireyler
için banka ile çalışmak artık elzemdir. Kredi kartları,
“enflasyona karşı kalkan konumunda olan mevduat” ve A tipi B
tipi fonlar, maaşların banka hesaplarına yatmak zorunda olması,
bankaların hesap işletim ücreti olarak senelik 70-80 TL para
kesmeleri... Banka, tasarruf mevduatı sahibine 1 birim faiz öderken,
bu parayı 5 birim karşılığı kredi adı altında tefecilik
mantığıyla kiralamaktadır ve bugün milyarlarca (eski parayla da
söyleyelim, rakamın ciddiyeti anlaşılsın, katrilyonlarca)
dolarlık kârlar elde edilmektedir.
Bu
BASEL sistemleriyle bir banka, örneğin 3 milyar dolar senelik net
kâr sağlarken, ertesi sene senelik net kârı 2 milyar dolara
düştüyse, hemen uluslararası kriterleri sağlayabilmek için,
kârını yine yükseltebilmek için, binlerce kişiyi işten
çıkarabilmektedir. Halbuki 2 milyar dolar yada 1 milyar dolar bile,
o bankanın sahibinin 777 sülalesinin 77 senelik hayatını idame
ettirmesi için yeterli bir düzeydir. Bankanın, varlığını devam
ettirebilmesi için de yeterlidir. Ancak BASEL'lerle, bu gibi
düzenlemelerle “Paraya Tapanlar Topluluğunun” yöntemleriyle,
insan değil para odaklı bir küresel finans sistemi
oluşturulmuştur. Kredi borcunu ödeyemeyen binlerce insan intihar
etse de.
Ve
Tapınakçılar Dünya Ticaret Örgütü'nü Kurar...
Devam
edelim. Bu BASEL-1, BASEL-2, GATT ve GATS antlaşmaları ile
temelleri atılan Sistem'in para ayağı 1995 yılında Dünya
Ticaret Örgütü (DTÖ)
adıyla kurulmuştur. Bu öyle kapsayıcı ve kapsadığı alanda
kişileri (gerçek ve tüzel) öyle mahkum edici bir yapıdır ki,
DTÖ'nün dışında kalmak, dünyanın dışında kalmak anlamına
gelmiştir. Çin bile bu yapının dışında kalamamıştır, 2001
yılında DTÖ'ne üye olmuştur.
Aslında
bu tarihten sonra Çin'in küresel sisteme entegre ancak Sistem'e
karşı büyümesi de başlamıştır. Rusya, DTÖ'ne girmek
istemektedir, henüz üye değildir. DTÖ'nün genel merkezi
İsviçre'nin Cenevre kentindedir.
GATT'ı
BASEL-2 tamamlamaktadır demiştik. GATS, hizmetin ancak daha çok
kamu hizmetlerinin taşeronlaşmasını, sözleşmeli memur
sisteminin yerleşmesini ve bunun yabancılara açılmasını öngören
bir antlaşmaydı. Bunun bankacılık ayağı da BASEL-3 ile
gerçekleşecektir, BASEL-3 uzlaşısı devreye girmesi için
hazırlıklara
başlanmıştır, 2015
yılında resmen yürürlüğe girecektir. Mete Akıncı, BASEL-3'ü
“bankacılık hizmetinin
serbest dolaşımı“
olarak adlandırmaktadır.
Sizin
Ziraat Bankanız 1500 personel alırken, Vakıfbankınız 600-1000
personel almışken, İş Bankanız ve diğer özel sektör
bankalarınız fiilen büyürlerken, eleman alırlarken, aksine
Citibank, HSBC gibi küresel bankalar Avrupa ve ABD'de binlerce
çalışanının işine son veriyor. Bir ülke bankacılık
sektöründe işe alım varken, Avrupa ve ABD bankalarında ise işten
çıkarma var.
Sistem
her açıdan sömürüyü hedefler. BASEL-3 ile, yabancıların
Türkiye'de banka çalışanı olabilmesinin yolu açılıyor.
Avrupa-Amerika'da bankalar işe alım yapıp, Türkiye'de işten
çıkarmalar olsaydı, BASEL-3 dile getirilmezdi, bekletilirdi. Ta ki
bugünkü gibi bir yapı ortaya çıkana kadar!
Piramidin
Gözü Üstümüzde
Bretton
Woods, doların rezerv para yapılması, sabit kur ve dalgalı kur,
döviz ve altın piyasası ilişkisi, IMF, Dünya Bankası, GATT ve
GATS antlaşmaları, BASEL-1,2,3 uzlaşıları, Dünya Ticaret
Örgütü, OECD'nin yapısından ve 1944'ten bugüne küresel
finansal ve ekonomik süreçten bahsetmeye çalıştım.
Dünyanın
ekonomi politikalarını (maliye politikası ve para politikası
kapsamında) tek tipleştirmeye çalışan, düzenleyen, yöneten,
kontrol eden, yıkan ve yeniden inşa eden, sermayenin belirli
ellerde toplanmasını sağlayan, dünya insanlarını belli kalıplar
içine hapseden sistemdir bu, neo liberal ekonomi deniyor, vahşi
kapitalizm deniyor. İdeolojilere göre, bu sistemin adı da
değişiyor.
Asgari
ücreti, çalışanın ve emeklinin sosyal haklarını,
sendikalaşmayı ve sendikasızlaşmayı düzenleyen, yoksulluk ve
yoksunluğu dünya insanlarının kaderi haline getiren ancak
dünyamızın şuan temelinde yer alan sistemin kurumlarıdır
bunlar. BM ve onun alt birimlerine yazımda girmedim. O da başlı
başına bir konudur. Küresel soygunu düzenleyen birimdir.
İşgalleri meşrulaştıran ve toplumların ve “saf” devlet
yöneticilerinin gazını alan mekanizmadır. Bugün Somali açlıktan
kırılırken, bu küresel sistemin kaymağını yiyen tabakada,
tabaka tabaka yağlar oluşmuş, obeziteden kırılıyorsa, sebep bu
sistemdir.
Bugün
dünyada işgaller ve sözde devrimler yoluyla yeni bir paylaşım
savaşı var, işgaller var, saldırılar var, savaşlar başlıyor,
başladı. ABD, birkaç ay içinde Suriye'ye girecek gibi görünüyor.
Askeri savaş varsa, aynı anda aslında bunun temelinde ekonomik
savaşlar da var demektir.
1.
Dünya Savaşı, benmerkezci bakış açısıyla, Osmanlı
İmparatorluğu'nun kaynaklarının paylaşılması mücadelesiydi.
İnsanları öldürüp, ülkeleri bölüp, ekonomik varlıklara el
koyma mücadelesiydi.
2.
Dünya Savaşı, büyüyen silah sanayinin ve gözü dönen
devletlerin dünya varlıklarını işgali, Avrupa'nın kendi
içindeki ekonomik savaşıydı, sermayenin yeniden şekillenmesiydi,
el değişimiydi.
Bugün
3. Dünya Savaşı'nın yaşandığını görebiliyoruz, içindeyiz.
Dalga dalga geliyor savaşlar, işgaller. Varlıkların paylaşılması,
ele geçirilmesi söz konusu.
Ülkeler
Sistem'e bağlanıyor, toplumlar amaçsız piyasa toplumlarına
dönüştürülüyor.
Tek
tişörtle üç televizyon kanalıyla çayı şekersiz içerek mutlu
olan insanlara, dönüşümle ardından 30 tişört 30 televizyon
kanalı yetmez oluyor (aptal kutusunun askerleri, orduları olduk).
Çaydaki şeker, ikiye üçe çıkıyor. Çikolataların, glikozun,
fruktozun sonu gelmiyor.
İnsan
vücudundaki kanser hücreleri bu tip “yapay” şekerlerle
besleniyor, insanlar değil toplumlar, yüzbinler kanser hastası
oluyor, şeker hastası oluyor, ilaç şirketleri kanserli hasta
başına yüzbinlerce dolar para kazanıyor, devletlerin sosyal
güvenlik sistemleri çöküyor, hükümetler bu delikleri
kapatabilmek için borçlanıyor. Sistem kendisini yeniden üretiyor.
Sürekli
daha fazlasını isteyen, ulaşamayacağı varlıklara sahip olmak
isteyen, piyango, futbol kumarı/iddaa/spor toto, para yarışmaları
ve yolsuzluk ekonomisi hapsine atılan insanlar.
Sistem'e
borçlanması için ve ömrü boyunca aslında Sistem'e çalışması
için insanların ceplerine konulan kredi kartları, verilen
“geleneksel krediler”, yeter ki borçlansın diye verilen
bireysel ihtiyaç kredileri, taşıt kredileri, konut kredileri,
tatil kredileri...
Borçlu,
hasta, mutsuz ve kukla insanlardan oluşan hastalıklı toplumlar ve
onların “sağlıklı değerlendirmeyle” seçtikleri(!)
iktidarlar, şov hükümetleri, sözde demokrasiler...
Milyarlarca
dolar kâr eden bankalar, finans şirketleri. Kârları yüksek
gelince, bu bankaları alkışlayan toplumlar, mutlu olan
“iktisatçılar”, uzmanlar. Ekonominin gidişatını banka
kârlarıyla orantılı değerlendiren mantık.
Nerede
gelir dağılımındaki adalet, nerede kayıt dışı ekonomiyle
mücadele, nerede hakkıyla hak olanı kazanmaya çalışan helal
peşinde koşan toplum, nerede %10'luk işsizlere %18'lik genç
işsizlere çare bulacaklar? Ekonomiyi, para politikası ve fiyat
istikrarı olarak gören bürokrasi, siyaset, finans sektörü ve
küresel sistem.
Uzunca
yazdım. Ben aslında piramidi ve piramidin üstündeki gözü
anlatmaya çalıştım.
TEVFiK
BiR / 29.Ağustos.2011