Soykırımcı
Fransa'ya Tokat Atalım
2005
yılında yazmıştım. Bugün yine yazıyorum. Konu hep bildik,
Ermeni Soykırımı yalanı...
O
günden bugüne Türkiye konu ile ilgili olarak bir adım dahi ileri
gidemedi. Çok söz söylendi, icraat yapılmadı, Türkiye elindeki
araçları kullanmadı. Aksine, Ermeni sınır kapısını açalım
dendi, sözde soykırım değil Ermeni iddiaları denilsin diye
genelge düzenlendi! Bugün ise hamleyi yapan Fransa oldu...
Bu
yazımda Fransa'yı “uluslararası hukuk nezdinde” mahkum etmenin
yolunu ve bunu kimlerin neden yapmadığını örnekleriyle
anlatacağım. Bir sonraki makalem ise Sarkozy ile ilgili olacak,
ayrıca “Cezayir Sokağı” adını “Fransız Sokağı” olarak
değiştiren ülkenin ve buna sponsorluk yapan şirketin adını da
açıklayacağım. Geçen ay çıkan Uyan
Ey Türk Gidiyoruz
adlı kitabımda bu konuların bir kısmına kısaca değinmiştim.
Kitaptan alıntılar olacak...
Avrupa Hukuku ile Avrupa'ya Karşı
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Madde-10 der ki, “1.
Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne
sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya
fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde,
devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine
bağlı tutmalarına engel değildir.”
Madde-10'nun
2 numaralı fıkrası da bu maddenin sınırlarını çizer,
“Kullanılması görev
ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler demokratik bir toplumda,
zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin
sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya
yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için
yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve
yaptırımlara bağlıdır.”
2005
ve 2006 yıllarında konu üzerine hukuk kapsamında uzun bir
çalışmam olmuştu. İnsan hakları ve avrupa insan hakları hukuku
konusunda uzman ismi büyük profesörlerle konuyu uzun uzadıya
incelemiştim. Burada tüm ayrıntılara, maddelere girmeyip, basit
bir temelde özetlemeye çalışacağım.
AİHS
madde-9 “Düşünce, din, vicdan özgürlüğü”nü, madde-10
“İfade özgürlüğü”nü ve madde-11 “Örgütlenme
özgürlüğü”nü anlatır.
Savımıza
dayanak olması bakımından örnek bir davaya bakalım. “Handyside
İngiltere'ye Karşı” davasının kararında şöyle deniyor,
“İfade özgürlüğü
yalnızca olağan, zararsız, önemsiz görülen bilgi ve
düşüncelerin açıklanmasında değil aynı zamanda devlete ve
toplumun genel eğilimlerine aykırı düşüncelerin de
açıklanmasını içerir ve demokrasi çoğunluğun görüşünün
sürekli üstün tutulmasını amaçlamaz. Demokratik toplumun 3
temel direği vardır: 1-) Çoğulculuk 2-) Hoşgörü 3-) Açıklık”.
Bir
örnek dava kararı daha sunalım, “Castells İspanya'ya Karşı”
davası. Dava kararında diyor ki, “Saldırgan
olmayan, sarsan ve rahatsız eden düşüncelerin ifadesi de
demokratik toplumun çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkeleri
içindedir.”
Refah
Partisi'nin, T.C. Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararına karşı
Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtığı
davanın kararında, Türkiye haklı bulunuyor, gerekçeli karardaki
şu ifade dikkat çekici, “şiddete
başvurma potansiyeli”.
Yani düşünce, ifade yada eylem şiddete teşvik edebilir ve/veya
şiddet içermese de açık ve mevcut tehlike/şiddet potansiyeli
taşıyorsa, özgürlük kapsamı dışında tutulmuştur.
Davaları
ve kararları örneklemeye devam edebiliriz, gerek yok. Düşünce ve
ifade özgürlüğünün genişliği çok açık.
Fransa'yı Kıskaca
Almak
Maddeler
açık, her düşünce ve ifade ve haber ve fikir açıklamak ve
almak serbest. Zorunlu tedbir olarak, bu düşünceler ülkenin
güvenliğine, kamu düzenine yada kişilere karşı saldırı/tehlike
içermemeli ve bu potansiyeli de taşımamalı.
AİHM'nin,
AİHS'nin kuruluş felsefesi, varlığının amacıdır düşünce ve
fikir özgürlüğünü koruma altına almak. Örnek kararlarda ve
maddelerde de gördük ki, bir düşünce ne kadar farklı ne kadar
aykırı olursa olsun, toplumu ne kadar şoke edici olursa olsun,
toplumun büyük yüzdeleri bu düşünceye karşı olsalar dahi eğer
o düşünce/ifade şiddete teşvik etmiyorsa, özgürdür ve buna
karşı yaptırım uygulanamaz.
Fransa
Devleti ise, yasalaştırdığı kararında, (sözde) Ermeni
Soykırımı'nı inkâr etmeye 1 yıl hapis ve 45.000 avro para
cezası getirmiştir. Yani düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı
para ve hapis cezası mevcuttur, oldukça ağır bir ceza. Konu
soykırım değildir. Yüz yıldır soykırımcı iftirasıyla
aslında gerçek mazlum olan biz Türkler, soykırım yapmış
olsaydık dahi, bunu inkar edenlere ceza getirelemezdi. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi madde ve kararları buna cevaz vermemektedir.
Çünkü tarihin inkârı kamu güvenliğini, kamu düzenini ve
ahlakını tehdit etmemektedir..!
Bu
karar açıkça Avrupa İnsan Haklası Sözleşmesi'ne ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve içtihadına ve bu
organların varlıklarının temeline aykıdır. Bu aykırılığı
yapan ülke ise Avrupa Birliği'nin kurucu devletlerinden, kurucu ilk
altı devletten biri olan Fransa'dır.
Peki
bu ihlalin ortadan kaldırılması için ve düşünce-ifade
özgürlüğünün bu konu bağlamında tekrar güvence altına
alınması için ne yapılabilir? Bunun da görünen iki yolu var.
Birinci
yol, bir grup Fransızca bilen
uzman Türk hukukçusunun Fransa'ya giderek “Ermeni soykırımı
yoktur, bu iddia yalandır” demesidir. Bu eylemi Türkiye, devlet
olarak desteklemelidir. Yani bu siyasi operasyonun arkasında devlet
bir güç olarak bulunmalıdır.
Akabinde
bu bir grup uzman hukukçu Fransa makamları tarafından göz altına
alınacak, ya sınır dışı edilecekler ya da yargılamaları
yapılacak, tutuklanacaklar ve sonunda hapis ve para cezasına
çarptırılacaklardır. Bu süreçte Türkiye'nin Paris
Büyükelçiliği tüm varlığıyla desteğini vermelidir. Türkiye,
büyük yaygara koparmalıdır.
Nihayetinde
Fransa'daki iç hukuk yolları tükenince, bu eylemci hukukçularımız
Fransız mahkemelerinin kararlarını AİHM'e götürecekler ve
Fransa'ya karşı dava açacaklar ve çok açıktır ki davayı
kazanacaklar ve Fransa bu yasasını yürürlükten kaldırmak
zorunda kalacaktır.
İkinci
yol, AİHS Madde-33'te, bu
demin saydığım yola başvurmaya gerek bırakmayacak bir hak,
devletlere tanınmıştır. Madde-33'e göre Sözleşme'ye taraf bir
devlet, diğer bir devletin Sözleşme ve Protokollere aykırı
davrandığı iddiasını Mahkeme önüne götürebilir.
Hatta
ve hatta, bu yolun kullanımı, bireysel başvurularda olduğu gibi,
bir devletin hakkında başvuruda bulunduğu devletçe Sözleşmeye
aykırı davranılmasından dolayı zarar görmüş olması koşuluna
bağlı değildir; başvurunun mutlaka kendi vatandaşlarının
haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle de yapılmış olması
gerekmiyor.
Yani
Türkiye, bu maddeler çerçevesinde düşünce ve ifade özgürlüğünün
sözleşme hükümlerine aykırı olarak cezalandırıldığını ve
bu kapsamda Fransa'da yasa bulunduğunu iddia ederek Fransa'ya karşı
AİHM'de dava açabilir.
Peki
bunun örneği var mıdır, yani bir devlet başka bir devlete
AİHM'de hiç dava açmış mıdır? Bu şekilde tam 20 dava
mevcuttur ve bunlardan 10'u Türkiye'ye karşı açılmıştır!
Türkiye
dava açılabilir ancak dava açamaz bir ülke midir? Hastalıklı
Avrupa Birliği'ne girmeye çalışıyorsanız, her türlü hakarete
ve muameleye maruz kalırsınız, sesinizi belki çıkarırsınız,
efelenirsiniz, “hop ne oluyoruz” dersiniz, ama fiiliyatta hiçbir
şey yapamazsınız, durumu tersine çevirmek için bilfiil gayret
gösteremezsiniz! Avrupa Birliği, aslında sizin kelepçenizdir.
Konuya
hukuk nezdinde çözüm bulmak yerine ıvır zıvır kararlar alır,
yok hava sahasını izne bağlar, yok ihalelerden men etmeye
çalışırsanız, aslında diğer Avrupa devletlerinin benzer
kararlar almalarının önünü açmış olursunuz, caydırıcı
olmazsınız. Bunlar soruna çözüm olur mu, hayır. Tepki olur
ancak çözümcü bir yaklaşım olmaz.
Demek
ki neymiş, gerçekte Adalet ve Kalınma Partisi hükümeti ve
futbolu çok seven başbakanımız Tayyip Erdoğan, Fransa'yı 3-1
yenebilecekken, 0-1'e razı oluyormuş. Ermenistan'la sınır
kapılarını açmak isteyen, bunun için Ermenistan'a maç izlemeye
giden cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, soruna çözüm bulmak
istemiyormuş. Bursa'daki maçta “Ermeni devlet yetkilileri”
rahatsız olacak diye Azeri bayraklarını stada aldırmayan (o
bayraklar çöpe atılmıştı) zihniyetten, çözüm ne derece
beklenebilir?
Yazıyı,
Uyan
Ey Türk Gidiyoruz
kitabımın 136. sayfasıdaki bir cümleden alıntı yaparak
tamamlayayım, “Bırakın
Avrupa'yı, 03 Temmuz 2007 yılında alınan, Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın imzasıyla kamu kurumlarına gönderilen 18 sayılı
genelge ile artık 'sözde Ermeni soykırımı', 'sözde soykırım'
demek Türkiye'de de yasaklanmıştı. Sisteme entegre tüm dünya
devletleri 'Ermeni soykırımı yoktur' demeye karşı cezalar
getirirken, parlamento kararları alırken, Türkiye de kendine karşı
'sözde soykırım” demeyi yasaklıyordu. Bunun yerine artık '1915
olayları' veya '1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları'
denilmesi emrediliyordu. O dönemden sonra devlet ağzında ve
bağlantılı kişilerde, özerk kuruluş TRT'de ani bir ağız
değişimi yaşanıyordu. Türkiye kişilik kaybına uğruyordu.”
Bu
aktardığım hukuk bilgilerini, kararları, çözüm yolunu 2005
yılında yazmış, yayınlamıştım. Tarihe kayıt olsun diye ve
Türkiye üstüne oynanan oyunun bir ayağını gösterebilmek adına
kitabımda da bu konudan kısaca bahsettim.
Değişen
bir şey var mı, yok. O zaman, hadi size iyi uykular(!)
TEVFiK
BiR / 26.Aralık.2011