15 Şubat 2010 Pazartesi

İran'a Korkmadan Bakabilmek





İran'a Korkmadan Bakabilmek



Bir bilginin, haberin halka duyurulmaması istendiğinde yazılı ve görsel basının 3 yöntemle karşımıza çıktığını görüyoruz. Şimdi aktaracağım bu üç yöntem yıllar yılı kullanılagelmiştir.

Birinci yöntemde, bilinmesi istenmeyen konu/bilgi, sansürün karanlığı içinde kalır. Yazılı basın açısından manşet – sürmanşet yapılması gereken çok önemli bir bilginin dahi haberleştirilmediği görülebilir. Görsel basın açısından da ilk haber olarak verilmesi gereken bilginin haberleştirilmediği görülür. Burada sansür son haddine kadar uygulanır, acımasızdır.

İkinci yöntem, konu içerisindeki başka bir unsurun haberleştirilerek, aşırı önem verilerek öne çıkartılması, ona atfedilen önemin parlaklığıyla gösterilmek istenmeyen tarafın görünmemesidir. Bu yöntemle konunun gösterilmek istenmeyen tarafı dolaylı olarak sansür edildiği gibi belki çıkara uygun kısım da aşırı değer atfedilerek önemsetilebilmektedir.

Ve nihayet üçüncü yönteme bakarsak, burada artık haberleştirilmemesi olanaksız bir bilgi, konu vardır. Konu sansürde bırakılamayacağı gibi içeriği itibariyle tek bir unsur ihtiva edebilir. Öne çıkarılabilecek, parlatabilinecek başka bir tarafı olmayabilir. İşte burada üçüncü yöntem, sulandırma yöntemi devreye girmektedir. Bilgi/istihbarat haber yapılır ancak haberin verilişi, sunuluşu sulandırılarak, karikatürize edilerek yapılır ve böylelikle algılanması istenmeyen taraf algılatılmaz, bir tür yönlendirici propaganda uygulandığı söylenebilir.

* * *

Yazılı ve görsel basının bize neredeyse her gün uyguladığı bu üç yöntemi ifşa etmiş bulunuyoruz.

Bu makale içerisinde, bu yöntemlerin her üçünün de uygulandığı İran meselesini göreceksiniz.

İran'ın geçmişte bazı aydınlarımıza, ileri düşünürlerimize suikast düzenlettirerek öldürmüş olması yada zamanında (ABD illetini görmeden önce) bize karşı kullanmak üzere PKK terör örgütüne her türlü desteği vermesi, konunun, bilginin herhangi bir yöntemle sansür edilmesini gerektirmez.

Geçmişte büyük yanlışlar yapmış olması ve hatta İran rejiminin Türk devlet rejiminin karşısında olması, ikili ve yakın devlet ilişkilerinin görülemeyeceği anlamına asla gelmez. Eğer öyle olsaydı, bugün Suriye ile tesis edilen yakın ilişkiler, geçmişteki terör politikası yüzünden en derinden eleştirilen konu olmalı ve kamuoyu çoğunluğu bu ilişkinin muhalifi olmalıydı.

Devlet elbette ki belleğinin üzerini örtmemelidir. Ama unutulmamalıdır ki devlet yönetiminde -hem iç yönetimde hem diplomaside- hoşgörü ve sempati olamayacağı gibi kin ve nefrette olmaz.

Bize gösterilen İran'da, konunun hep bilinçli olarak türban, çarşaf ve kadınların makyajı meselesine bağlandığını yada dünyaya şiir, edebiyat öğreten bir milletin ülkesinde “sanatın bazı kollarına getirilen yasakların” uzun uzadıya haberleştirildiğini görüyoruz. Tabi bu sansürcü haberler bize hiçbir zaman İran edebiyatının ve bazı sanatlarının gelişmişliğinden ve genişliğinden söz etmez. Bu propagandaların belki de sonucudur, İran'dan dilimize çevrilmiş kitap da bulamazsınız.

Türban, makyaj sorunsalı üzerinden İran İslam rejiminde kadının ikinci plana itildiği yorumları yapılarak had aşılarak üstü kapalı, İslam'ın kadını ikinci sınıfa indiren bir tarafı olduğu iddia edilerek bu haber zihinlere işlenmeye çalışmakta, bunun sonucu örtülü bir İslam düşmanlığına kadar varmaktadır.

Bu, İran'ın eleştirilemez olduğu, her yaptığının doğru olduğu, hele ki darbeler tarihini ve geçmiş diplomatik taktiklerini düşündüğümüzde, elbette iddia edilemez. Ama İran üzerinden ne İslam karşıtlığının ne de Atatürk düşmanlığının bize yarar sağlayacağı açıktır.

İşte tam bu noktada İran'ın gösterilmeyen yanı ile ilgili, siyaset ve sivil demokratik mücadelede kadın yanını, bizden daha ileri olan bazı öğelerinin haberini vermek ve değerlendirmeyi size bırakmak istiyorum.

İran'ın bir İslam rejimi, Türkiye'nin ise laik demokratik bir rejim olduğu unutulmadan okunmalıdır. Türkiye'nin kadın hakları konusunda İran ve pek çok Avrupa ülkesinden erkenci ve cesur olduğu hatırlanmalıdır. Buna karşın özellikle erkek egemen siyasetin sürdüğü ve bunun sonucu oluşan erkek egemen bir Türkiye'de kendi açımızdan eleştirecek pek çok yan bulmayı ümit ediyorum.

* * *

İran'da, Şehir Şuralarında (buna il genel meclisi ile belediye meclisi benzeri bir yapı dersek pek de yanılmış olmayız) kadın oranı % 27'dir. (İran'da halk şehir şura üyelerini, onlar da şehrin belediye başkanını seçmektedir).

Cinsiyet bazında üniversite tahsil oranı, yani üniversitelerden mezun olan kişilerin % 67'si kadındır (%67 kadın %33 erkek oranı bize kadınların erkeklerden 2 kat fazla üniversite tahsili yaptığını gösterir).

Ülkedeki tam 7000 kooperatifin idaresini kadınlar sürdürmektedir.

İran resmi kayıtlarına göre kadının kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı tam 900 Sivil Toplum Örgütü mevcuttur.

Birkaç partinin genel başkanı kadındır.

Pozitif ayrımcılık kapsamında, il yönetiminde mutlaka bir kadın başkan yardımcısı olmaktadır.

2008 yılında İran Meclisi'nde 13 kadın milletvekili ve 2 kadın bakan vardı...

Basın yayının sansür yöntemleri ve bu kapsamda verilen İran haberleri, ABD'nin İran düşmanlığı ve olası savaşta (en azından üsler açısından) Türkiye'ye olan gereksinimi ve bu bilgiler ışığında İran meselesi... Üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir “haberdir”.


TEVFiK BiR / 15.Şubat.2010



Telif Bilgisi

© 2009-2017 tevfikbir.com , tevfikbir.blogspot.com. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

" Tevfik BİR - www.tevfikbir.com " biçiminde kaynak gösterilerek makalelerden alıntı yapılabilir.